Sabah kalktınız, lavaboya koştunuz, bir baktınız sular kesik. Hemen açtınız akıllı telefonunuzu şöyle bir mesaj: Sevgi her engeli aşar. Sizin için hazırladığımız özel su istasyonlarından kana kana suyunuzu içebilirsiniz. Evden çıktınız aceleyle arabanızın başına geçtiniz ki, bir de ne göresiniz önünüzde kocaman bir kamyon park etmiş. Ortalıkta kimseler yok. Sahibi nerede bunun diye aranırken, kasasında bir yazı fark ettiniz: Siz semt sakinlerinin tek ihtiyacı sevgi. Ne saçmalıyorum dimi? Oysa 3 Aralık günü İstanbul’da yaşayan engelliler şöyle bir sms aldılar:
“IBBSTK, Sevgi varsa engel yoktur. Hayatın her alanında engelli bireylerin yanındayız. Sosyal hayata katılımlarını kolaylaştırmak için özenle çalışıyor, Bölgesel İstihdam Ofislerimizle de işe kavuşmaları için özel uygulamalar hayata geçiriyoruz.
Ekrem İMAMOĞLU İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı”
İlk bakışta gayet sıradan ve iyi niyetli bir mesaj. Peki nedir benim derdim acaba? İsim ve parti adına göre bakmayın bu yazıya. Buradaki figür ve parti adlarını değiştirin sonuç hiç değişmeyecek. Hangi siyasi akım ve partinin mensubu olursa olsun, iş engelliliğe gelince neden en ilkel kodlara dönüyor tüm özneler hiç kafa yordunuz mu? Her yelpazedeki siyasal görüş ve ideoloji mesele engellilik olunca nasıl oluyor da birbirinin kopyası söylemleri dillendirip vıcık vıcık bir kaygan zeminde dolaşıyor? Gelin birlikte tartışalım.
Hafta sonu kahvaltı öncesi bir börekçiye gittim. Yağmurlu bir gün. Dönüşte gelirken cadde üzerindeki bir kaldırımda ilerliyorum, küt diye bir şeye çarptı dudağım. Meğerse evin balkonu dışarı taşmış kaldırıma kadar. Geçen bir otobüse bindim diş hastanesine gitmek için, otobüste sesli anons yok her zamanki gibi, dalgınlıkla kaçırmışım durağı. Yağmurda in, tekrar başka bir otobüs bulup geri yürü derken az kalsın geç kalıyordum. Derken Hes kodumu değiştirmiştim yakın zamanda. İstanbul karta tanıtmak gerekiyor. Siteye bir girdim güvenlik kodu karşılıyor beni. Ancak birinden yardım alarak gerçekleştirebildim tanıtımı. Şehir tiyatrolarından çevrimiçi bilet almak istedim, en sondaki kabul ediyorum onay kutusuna ekran okuyucu ile klavye üzerinden ulaşılamadığı için alımı tamamlamak mümkün olmadı. Ancak gişeye gidip bilet alabiliyoruz o da bulabilirsek o zamana dek. Verecek örnek çok ama 3 aralıkta gelen mesaj diyor ki sevgi varsa engel yoktur. Onların sosyal hayata katılımları için özenle çalışıyoruz. Yukarıda bir çırpıda düşünmeden verdiğim örneklerin hepsi tam da sosyal hayata katılımla ilgili. Belli ki sevgi düzeltmiyor sesli anonsları, bozuk kaldırımları, erişilemez web sayfalarını. Belli ki sevgi aşamıyor direk ve mantarları, sessiz trafik ışıklarını, rampasız binaları.
Bunu bilmek için özel bir deha akla sahip olmaya gerek yok. Ama belli günlerde politikacıların en çok sığındığı söylemler arasında oluyor sevgi, şefkat, hoşgörü, kardeşim, azim, yardım, sahip çıkma ve benzerleri. Bu söylemlere yeti farkı olanlar, kadınlar, yaşlılar, çocuklar, hayvanlar çok daha fazla maruz kalıyor. Yani toplumda bir fiziksel veya zihinsel özelliğine dayanılarak genellenen, ötekileştirilen, dışlanan, engellenen grupların avutma cümleleri oluyor sevgi pıtırcığı söylemler.
İyi de neden? Niçin ana dilde eğitim temel bir insan hakkıyken, sağır birinin işaret dili konuşması engellenebiliyor? Otistik bir arkadaş ille konuşmaya zorlanıp konuşma dışı iletişim yolları yok sayılıyor? Neden serbest ve güvenli seyahat anayasal bir hakken, Tekerlekli sandalye kullanıcısının minibüslere binmesi her yıl ötelenebiliyor? Niye gizli oy evrensel bir demokratik hak iken, körlerin oy kullanması bir refakatçinin insafına bırakılıyor? Hangi sebeple kişilerin yoksullukları düşük ücretler, pahalanan döviz, düşük istihdam gibi noktalarla açıklanırken, sakatların işyerlerinde yaşadıkları ayrımcılık çalışma yaşamına eşit dahil olamamaları sevgiyle açıklanıyor?
Olayın hem bireysel hem de kamusal sebepleri var esasında. İsterseniz bireysel nedenlerle başlayalım. Sakatlara karşı toplumun genel sterotiplerinden bahsetmiştim önceki yazılarımda. İnsanlar engellileri biçare, yardıma muhtaç, bağımlı ve beceriksiz olarak görüyor. Bunlar sakat denince kişilerin aklına otomatik olarak gelen tutumlar. O yüzden de mümkünse farklı insanlarla pek karşılaşmak istemiyor kimse. Çünkü bu karşılaşmalar onlara kendi zayıflıklarını, ölümlülüklerini anımsatıyor. Dehşet yönetim kuramına göre insan dünyada bir gün öleceğini bilen tek canlı. Bu dehşet verici durumla bahşetmek içinse, onu ölümsüz kılabilecek pek çok uğraşısı var. Kimi bolca çocuk yapıyor, kimi kitaplar yazıyor, kimi yol, köprü okul yaptırıyor, bir çoğumuz ölümden sonraki yaşama inanıyor. Böylece ölüm dehşetiyle baş etmek mümkün oluyor. Ancak sokakta gördüğü bir tekerlekli sandalyeli, bastonlu bir kör, koltuk değnekli bir yaşlı amca, Cerebral palzili bir birey kişinin tüm baş etme mekanizmalarını ters yüz edebiliyor. Ne yaparsa yapsın, yine de bir gün öleceği gerçeğiyle yüzleşiyor, maskelediği ve kendine yakıştıramadığı dürtüsel yönlerini hatırlıyor. Yani sakatlarla karşılaşmanın tetiklediği ilk duygu, ya günün birinde benim de başıma gelirse korkusu ve görmezden gelme davranışı.
Çoğu kimse için kör olmaktansa ölmek daha iyi mesela. Zaten Öjeni kavramı toplumu bu tarz çürüklüklerden ayıklamayı ve güçlü bir millet yaratmayı hedefliyor. 20. Yüzyıl başlarında çok popüler olan ve en prestijli üniversitelerde oluşturulan Öjeni enstitüleriyle şekillenen politikalar, pek çok ülkede engellilerin zorla kısırlaştırılmasını sağlayan yasaların çıkmasına yol açıyor. Hitler durumu bir adım daha ileri götürüyor ve T4 programıyla binlerce engelli gaz odalarında katlediliyor. Buna da çok şık bir ad veriyorlar: merhametli ölüm. O dönemin yetkililerine göre, sakatların yaşamına son vermek hem onları hem de yakınlarını bir yükten kurtarıyor. Çünkü sakat olarak yaşamaktansa ölmek çok daha iyi.
Günümüzde Allahtan bu düşünceler hepimiz için korkunç ve kabul edilemez. Ya bilinç altımızda durum nasıl dersiniz? İşte sterotipler tam da o bilinç altını yansıtan kalıplar. Ama kahrolası politik doğruculuk kimse içinden geçenleri öylece direk dile getiremiyor. Engelliyi görmezden gelmek istiyor, benim de başıma gelirse duygusuyla acıma ortaya çıkıyor, ama vah vah demek çoğumuz için ayıp. O zaman yerine başka bir şey koymalı. Örneğin üstenci yardım, örneğin merhamet, örneğin hayranlık, örneğin sevgi gerçek olmayanından. Yani bu duygular içimizdeki dehşet veya başıma gelirse korkusunu gidermek için ikame etiğimiz duygular belki de.
Buradan sevgi, gönül, merhamet duygularını gereksiz bulduğum, hafife aldığım anlamı çıkarmayın. Bazı durumlarda başka şeyleri maskeleme aracı olarak sahtece ortaya çıkabileceğini anlatmaya çalışıyorum. Yoksa kişileri birbirine bağlayan, hayatta kalma motivasyonumuzu veren, bir ruhumuz olduğunu ortaya koyan duygudur sevgi ve oluşması zordur. Al yazmalım Selvi Boylum’da Türkan Şoray’ın dediği gibi “sevgi emektir. Zamanla oluşur. Hepimizin birbirine saygı duyması bir zorunlulukken sevgiyi kazanmak kolay olmaz. Hele birinin sokakta ilk kez karşılaştığı bir başkasını sırf yeti farkı nedenli sevmesi gerçekçi de değildir anlamlı da. Birinin bir grubu genelleyerek ben çingeneleri severim, körleri severim, Kürtleri severim LGBTİliileri severim demesi akıl ve mantıkla açıklanamaz. Böyle bir söylem sağlamcılığın tezahürü olur ancak, çünkü bir grup insanı yalnızca bir özelliklerine indirgeyerek tüm bireysel farklılıkları görmezden gelme ve o özelliğine göre kendini ondan üstün tutma, onu da yargılamaya götürür bizleri.
Saramago’nun körlük kitabını okumuşsunuzdur. Orada anlatılan körlük çok iyi bir yazar bile olsa iş sakatlığı açıklamaya gelince insanların nasıl da acayip fikir ve hayallere kapılabileceğini çok güzel gösteriyor. Meral Sözen’in EEEH dergi ’de Körlük Romanındaki Körlük başlıklı bu romanı eleştiren çok iyi bir yazısı var bakmanızı öneririm. Ama oradaki bir analoji buraya cuk diye oturacak. Saramago’nun romanında kör olanlar gözleri kapandığı için kör olmuyorlar. Aksine aşırı bir ışık başka hiçbir şeyi ayırt edememelerine neden oluyor. Burada da bir topal, bir sağır, bir otistikle karşılaştığımız an, onun farklılıkları gözlerimizi o kadar alıyor ki, başka şeyleri ayırt edemez hale geliyoruz. Bu yüzden de bireysel farklılıklar, çevresel etkiler görünmez oluyor. Zihin genellemelerde hapsoluyor.
İşte stereotipler bu ayırt edememe halinin bir sonucu ve emin olun çıkan şeyler sevgi ve pozitif duygular değil. Çoğunlukla çaresizlik, acıma ve korkuyu içinde barındırıyor. Ya benim de başıma gelirse, ben de onun yerinde olabilirdim. Hal böyle olunca da lanet olası empati devreye giriyor. Kişi gözlerini kapatıp kendini kör gibi hayal ediyor, kulaklarını kapayıp sağır olacağını sanıyor. Sadece gözleri kulakları tamamen kapalı bir gören oluyor halbuki. Bunun da kör, sağır, topal, sakat, otistik olmaktan tamamen başka bir şey olduğunu anlayamıyor. Sonra bu doğru olmayan ve eksik anlamasıyla yanlış duygu, tutum ve davranışlar geliştiriyor. Diğer taraftan yaşadığı korkuyu öylece açığa vurmaktan da dışlanma, ayıplanma kaygısıyla çekiniyor. Yerine bir şey koyması gerekiyorsa bunu üstenci yardım, merhamet şeklinde dışarı çıkarıyor. Söylemlerinde sevgi ve hayranlık cümleleriyle durumu toparlamaya gayret ediyor. Bir yönüyle böyle davranarak laneti kendinden uzaklaştıracağına inanıyor belki de. Al yardımımı çık hayatımdan, çevremden.
Bir yönüyle de kendine güvenini perçinliyor ondan daha yetersiz diye algıladığı insanlarla kendini kıyaslayarak. Hamilik rolüne girip benliğindeki eksik kalmış değersizlik yönünü ikame ediyor. Beterin beterleriyle kendi olmamış lığının üzerine bir ağrı kesici içiyor. Sağlamın normalin inşasının en temel ön şartı bir bozuk, bir anormal bulmaktır. Çünkü ancak bu şekilde kendisini kıyaslayıp üstünlüklerini görebileceğini düşünür nerotipik normal insan. O nedenle de aslında karşılaştığı farklı ve eksik sandığı kişiler zedelenmiş özgüveni onarım aracı işlevi görebilir. Üstenci Yardım, sevgi, hayranlık tarzı söylem ve eylemler de bu duygunun perçinlenmesine koltuk değnekliği yapabilir.
Böyle şeyler yazdığımda her destek olmak isteyene laf etmiş gibi bir noktaya geliyor olabilirim. Gereksiz bir niyet okuyuculuğuyla suçlayabilirsiniz beni. Tam burada yardım ve dayanışma kavramlarını tekrar ayırt etme zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Birinin iradesine rağmen ona yaptığınız üstenci ben her şeyi senden daha iyi bilirim yardımları, aslında bir destek değil. Başkasının omzuna basarak onu aşağı iten sizi yukarı tırmandıran bir güç alma gösterisi. Dayanışmada ise birbirinden destek alarak bir arada yürüme, bir arada yükselme söz konusu. Birinin diğerini itip çekmesi değil, herkesi bir arada yürüyerek fark yaratması ve herkesin herkesi beslemesi aslolan. Bunu başarabilenlere selam olsun.
Gelelim işin politik yönüne. Yani bana bu satırları yazdıran SMS ve nedenlerine. Basit bir internet araştırmasıyla politika nedir sorusuna yanıt aradım. Anlamlarından birisi şu: bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma gibi yollarla işini yürütme. İyi bir politikacı da farklı çıkar gruplarının isteklerini en iyi biçimde dengeleyen ve doğru yöneten kişi olarak değerlendirilebilir. Sorun şu ki hangi ideolojik görüşü benimserse benimsesin politikacılar engelli kişileri genellikle bir çıkar grubu olarak görmez. Onlarla ilgili bir şeyler yapıyor veya söylüyorlarsa asıl amaç sakat bireyin kendisinden çok onunla birlikte olan aile, arkadaş ve yakınlarının bulunduğu çıkar grubuna bir mesaj vermektir. Sakat birey doğrudan muhatap alınmaz çoğu zaman. Sakatın yanında olmak durumunda kalan sağlam insandır hedef.
Yoksa çöpleri toplanmayan bir mahalle sakinine sevgi her pis kokuyu kapatır derseniz bir daha o mahalleden oy alamazsınız. Beklenti bir an önce çöplerin toplanmasıdır. Karlı havada yolları buzlanan bir semt sakinine meraklanmayın sevgi her engeli aşar derseniz, linç yiyebilirsiniz. Fakat engelli biri için bu duygulara hitap edecek rating yapan kelimeleri kullandığınızda, zaten sakatları düşkün ve biçare olarak kodlayan sağlam insana düşenin dostu olduğunuzu göstermiş olursunuz. Sakatların yaşadığı bir ulaşım sorununu onların yeti yitimlerinden kaynaklı bir trajedi olarak algıladığınızdan sizin sorumluluğunuzu ancak bu acıları bir yere kadar dindirmek olarak görürsünüz. Çevresel engeli kaldırmak yeterince fazla prestij kazandırmayabilir size. Ama 4 5 ayrı otobüs tahsis edip bunların kocaman reklamını yaptığınızda, koruyucu, kollayıcı güçlü lider olarak şanınız yürüyebilir. Bunlardan kimlerin nasıl yararlandığı değildir sizi ilgilendiren sağlam insanların zihninde nasıl göründüğüdür.
Sizi 2007’nin ağustos ayına götüreyim. Ankara’da barajlar boşalmış kuraklık var. Melih Gökçek basın toplantısında demişti ki, Ankaralılar tatile çıksınlar. 50 60 bin kişi bir süre Ankara’dan ayrılıp anne babalarını ziyarete giderlerse biraz rahatlarız. Tabi haklı olarak kıyamet kopmuştu. Bir belediye kendi beceriksizliğini nasıl olur da vatandaşın üzerine atardı? Ancak sakat kişiler benzer önerilerle sürekli karşılaşıyor. Örneğin bir spor merkezi kendisine başvuran bir engelliyi sizin için alt yapımız yok, tek başına gelemezsin deyip kapı dışarı edebiliyor. Dershanelerin birçoğu engelli birinin başvurusunu türlü bahanelerle geri çevirebiliyor. Kurumlar kendi beceriksizliklerini ört bas edip suçu farklı olanın üstüne atabiliyor ve bu, gayet doğal karşılanıyor.
Bir politikacının sonu olabilecek bir söylem iş engelliye gelince hayatın doğal akışı gibi algılanıyor. Sebep bi ne? Yanıtın şifresi gelen SMS’nin ikinci bölümündeki cümlede saklı: Bölgesel istihdam ofislerimizde işe kavuşmaları için özel uygulamalar hayata geçiriyoruz. Burada altını çizdiğin özel kelimesine dikkat. Engelli kişiler özel insanlar gibi dayatılıyor topluma. Onlarla ilgili yapılan her düzenleme ve uyarlama özel. Özel ne demek, istisna, olağan dışı, olmasa da olabilecek. Bir şeyi özel yaptığınızda uçlara götürüyorsunuz. Sanki temel bir hak değilmiş de ona yapılan bir iyilik, bir ayrıcalık diye etiketliyorsunuz. Mesela otobüslerin üstlerinde hat numaralarının yazması kimse için özel bir düzenleme değil. Neden çünkü yolcuların normal bilgi edinme hakkı. Ama aynı otobüsün hat numaralarının sesli anonsla da belirtilmesi özel düzenleme. Çünkü daha az kişi talep ediyor. Bu özel düzenleme de sevgi sayesinde gerçekleşiyor. Bir iş yerindeki bilgisayarın ekranının bozuk olması kabul edilemez bir eksiklik. Ama aynı bilgisayarın sessize alınması normal bir durum. Temel sorunumuz bu. İhtiyaç ve beklentilerin belirli yetilere sahip olanlar için standart bir insan gereksinimi, diğerleri için özel gereksinim diye adlandırılması. İşte politikacının sevgi kelebeği oluşu burada işe yarıyor. Aslında yapmasa da olacak bir düzenlemeyi sırf sevgisi, sırf cömertliği, sırf yüce gönüllülüğü nedenli yaparak her kesin taktirini kazanıyor. Bunu da sevgisinden dolayı özel insanlara yapıyor. Temelde ise yine sağlamın çıkarına hizmet ediyor. Çünkü sağlamın bireysel olarak yapamadığı yardımı kamu olarak yaptığı için hem onu bir yükten kurtarıyor hem de suçluluk hissetmesini engellemiş oluyor.
Diyeceğim o ki dostlar, iş engellilere gelince sıkça başvurulan sevgi, merhamet gibi duyguların asıl kökenleri o kadar da masum değil. Korku, yanlış empati ve üstünlüğü özümsemenin bir tezahürü. Toplumun aynası olan politikacıların bu kelimeleri enstromanlaştırması ise bir yönüyle genel stereotiplerin bir dışa vurumu, diğer bir yönüyle de kalıcı ve kapsayıcı oyun değiştiren düzenlemeleri yapmayacaklarının bir itirafı. Ona bir çıkar grubu olarak yeterince getiri bırakmayacak bunlar ne de olsa. Tam da o nedenle Sevgi her engeli aşar demek, senin sorunlarına somut çözümler bulmaya gerek yok, sana kolay gelsin anlamı taşıyor. Al bir parmak balı, geç özel köşene, sen de sus geçinip gidelim sevgiyle diyorlar bize. O zaman birlikte soralım mı: engelleri sevgiyle aşabiliyorsak, sizlere ne hacet var?
“Sevgi Her Engeli Aşar mı?” için bir yanıt
Yazı bütününe baktığımızda insanların sloganlar dışına çıkması gerekliliği tüm çıplaklığı ile karşımıza çıkıyor. Bu tespit çok güzel. Ancak bir konuyu da es geçmemem gerektiği kanaatindeyim. Çağımızda insanlar (özellkle engelli olmayanlar) sosyal medya üzerinden adeta yamyam gibi hemen bir veriden diğer veriye bir bölümden başka bölüme geçmek istiyor.
Bu nedenle yazının bütünü çok getirimli rantabl olmakla beraber çok uzun olduğundan tamamını okuyan azdır. Acizane tavsiyem yazıların daha kısa yazılması iyi olur.
Kalın sağlıcakla