Merhabalar. 2024 yılının Son günlerindeki ÖTV indirimi konusundaki yeni düzenlemeler beni uzun zamandır planladığım pozitif ayrımcılığın getiri ve götürüleri konusunda bir şeyler kaleme almaya itti. Biraz uzun bir yazı oldu. Şimdiden sabırla okuyacaklara teşekkür ederim.
Pozitif ayrımcılık veya olumlu eylem denilen sürecin temel hedefi çeşitli nedenlerle ayrımcılığa uğramış, dezavantajlı konumdaki grupları toplumun diğer katmanlarıyla eşitlemek için çeşitli tedbirler almak olarak özetlenebilir. Bu tedbirler arasında, bu gruplara farklı alanlarda kota ve kontenjanlar tanımak, onları kamu ve özel alanlardaki indirimlerden yararlandırmak ve muafiyetler sağlamak yer alıyor. Bu tedbirler hiçbir zaman beni tatmin etmediği için basit bir literatür araştırması yaptığımda, Thomas Sowell tarafından 2004 yılında yazılan Dünyada olumlu eylem kitabına rastladım. Sowell bu kitabında dünyada çeşitli ülkelerdeki pozitif ayrımcılık örneklerini inceliyor ve kaynaklara dayalı ampirik bir sonuç ortaya çıkarıyor. Aşağıda farklı ülkelerdeki sonuçlara geçmeden evvel, kitabın temel ana fikrini bir yazayım. Her şeyden önce olumlu eylem denen şey geçici bir tedbir olarak başlatılıyor tüm dünyada. Ama hiçbir yerde sona erdirilemiyor ve kalıcı hale geliyor.
İkincisi, Aslında sağlanan ayrıcalıklardan çoğunlukla gerçek ihtiyaç sahipleri değil, o grubun içindeki en az dezavantaja sahip grupların yararlandığı gözlemleniyor. Tıpkı ÖTV düzenlemesinden aramızdaki pek az şanslı körün gerçekten yararlanması gibi.
Üçüncüsü bu tarz politikalar gruplar arası performansın düşmesine neden oluyor. Ayrıcalık sağlanan grup nasılsa kota var diye istenen performansı göstermiyor, diğer gruplar da kayırmacılık nedeniyle kendilerine zaten sıra gelmeyeceği için umutsuzluğa kapılabiliyor.
Dördüncüsü grup tercihlerine dayalı politikalar farklı gruplar arası gerilimi arttırıyor ve bu gerilim zaman zaman iç savaşa kadar gidebilecek sonuçlar doğurabiliyor. Özetle Sowell’in dediği gibi mevcut bir ayrımcılığı başka bir ayrımcılıkla kapatamıyorsunuz.
Gelin Thomas Sowell’in kitabındaki araştırmalara dayanarak dünyadaki çeşitli ülkelerde olumlu eylem politikalarının yol açtığı sonuçları birlikte görelim. Sowell incelemesinde ABD, Hindistan, Malezya, Sri Lanka ve Nijerya’da yaygın olumlu eylem politikalarının amaçladığının aksine ne tür trajik sonuçlara sebep olduğunu ele alıyor.
Hindistan’da olumlu eylem politikaları kast sisteminin en aşağısında yer alan dokunulmazlara karşı istihdam ve eğitimdeki çeşitli kotaları içeriyordu. Ancak zamanla bu politikalar diğer geri kalmış sınıfları da kapsayacak şekilde genişleyince işler karıştı. Bazı grupların orantısız biçimde bu ayrıcalıklardan yararlanmasına neden oldu. Sonuçta toplumsal barış zedelendi ve dokunulmazlara karşı birçok katliam ortaya çıktı. Bu tarz gruplar bir nefret objesi haline geldi. Ayrıca hedeflenen grupların kendilerini daha az geliştirmelerine ve onlara ayrılan çeşitli kotaların boş kalmasına da neden oldu.
Malezya’da şirket hisselerinin belirli bir yüzdesinin Malay’lara ait olma zorunluluğu getirilmiş örneğin. Sonra ne olmuş biliyor musunuz? Malaylar bu hisseleri Çinlilere satmış.
Sri Lanka’ya bakarsak 1950’li yıllarla birlikte Sinhalise çoğunluğuna dil ve eğitim alanında ayrıcalıklar sağlanmaya başlıyor. Ardından Tamil azınlığıyla şiddetli bir iç savaş patlak veriyor. Orada bu iç savaşın etkilerini halen görmek mümkün.
Nijerya’da ise federal bir yapı söz konusu ve her bölgedeki baskın grup kendi üyelerine her alanda ayrıcalıklar sağlıyor. Bu durum da yolsuzlukların artmasına ve tün bölgelerde güçlü bir gerilime kaynaklık ediyor.
Bir de pozitif ayrımcılık veya olumlu eylemin çıkış noktası ABD’ne bir göz atalım. Aslen bu politikaların çıkış nedeni dezavantajlı olan siyahlara kolaylıklar sağlayarak eğitim, istihdam ve sosyal alanda onları güçlendirmek, eşitliğe katkı vermek. Ancak sonuçlar pek de bunu göstermiyor. Her şeyden önce performans standartlarının düşürüldüğü ortaya çıkıyor. Kotalarla üniversitelere girenler arasında okulu bırakma ve başarısızlık oranlarının çok daha yüksek olması sonucu ortaya çıkıyor.
Son olarak sizi geçtiğimiz temmuz ayı Bangladeş’ine götüreyim. Bir yasa çıkıyor. Yasa, ülkedeki kamu sektöründeki işlerin üçte birinin 1971 bağımsızlık savaşına katılanların akrabalarına tahsis edilmesini zorunlu kılıyor. Öğrencilerin liyakat esasına göre personel alımı amaçlı protestolarında 150’den fazla kişi hayatını kaybediyor ve 2500’den fazla kişi de göz altına alınıyor. Nihayetinde yüksek mahkeme yasayı büyük ölçüde iptal ediyor. Pozitif ayrımcılığın en yakın zamandaki sonucu.
Şimdi isterseniz pozitif ayrımcılık sürecinin engelliler açısından ülkemizdeki durumuna bir göz atalım. Biliyorsunuz çeşitli alanlarda zaten uygulanan pozitif ayrımcılık politikaları 2010 anayasa değişikliğiyle yasal hale getirilmişti. Buradaki amaç da aslında kanun önündeki eşitliği sağlamak için mevcut eşitsizliği gidermekti. Tam fıkra şöyle diyor: Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler
eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Bu madde sonrası şehirler arası ücretsiz tren biletleri, indirimli otobüs biletleri, EKPSS gibi pek çok düzenlemeye şahit olduk. ÖTV indiriminin ortaya çıkışı ise daha eskilere dayanıyor. 2002 haziran ayında çıkarılan 4760 sayılı kanun.
Öncelikle engellilerin pozitif ayrımcılık uygulanan diğer dezavantajlı gruplardan farklarına da bir göz atmak yararlı olabilir. Fisk ve arkadaşlarının 2002’de ortaya koydukları gruplar arası stereotip içerik modeline göre insanlar engellilere karşı daha ikircikli bir tutum içinde. Engellileri kendilerinden daha düşük bir statüde algılıyorlar ama aynı zamanda bu grubu yetersiz ve bağımlı olarak da algıladıkları için rekabetçi görmüyorlar. Bu yüzden de gözlemlenen his merhamet ve sempati, davranış ise koruma ve ast olarak görme yönünde. Yani stereotip sıcak ve yetersiz. Fakat örneğin göçmenlerle ilgili tutumlar farklı. İnsanlar bu grupları da kendilerinden aşağı görüyorlar ama aynı zamanda da rekabetçi olarak algıladıkları için onlara karşı hisleri nefret ve küçümseme barındırabiliyor. Bu grupların kendi işlerini ellerinden alma olasılıkları var. Stereotip soğuk olarak niteleniyor. Burada ilginç bir araştırma sonucundan daha bahsetmek yerinde olacak. İnsanların daha çaresiz ve aciz görülen engellileri çok daha fazla benimseyip sıcak duygular gösterdikleri, buna karşın kendine yeten, özgüvenli engelli tiplerine karşı çok daha fazla kıskançlık ve nefret besledikleri ortaya çıkmış.
Tüm bunlardan bahsetmemin nedeni engellilere karşı uygulanan pozitif ayrımcılık politikalarının görece daha az tepkiyle karşılanma nedenlerini ortaya koymak. Ülkemizdeki birçok kendine sivil toplum kuruluşu diyen oluşum da toplum ve devletin engelliyi yetersiz gören merhamet ve koruma temelli politikalarına yaslanıyor. Engelli bireyin özgüvenli, eşit ve bağımsız bir yurttaş olması aslında doğrudan kendilerine akıtılan muslukların kesilmesi anlamına da geliyor. Yukarıda da bahsettiğim üzere zaten bu tipteki engelliler toplumca da sevilmiyor. Nedeni ise, bu grubun kafalardaki yetersiz ve rekabet edemez algısını ters yüz etmesi. Bu da uzun vadede sözde sağlamın işgücünde rekabet etmek zorunda kalacağı başka gruplar demek. Ama aynı zamanda merhamet temelli kendine dernek diyenlerin de rahatlarının kaçması demek. Çünkü eşit ve bağımsız olmak, aynı zamanda yaptıklarının sorumluluğunu da üstlenmek demek. Sırf engelli oluşu nedeniyle düşük beklentilere ve düşük performansa razı olmamak demek. Haklar ve sorumlulukları eşit bir terazide değerlendirmek demek.
Birçok kişi için, özgür ama sorumlulukların olduğu bir yaşam, toplumun yetersizlik ve merhamet prangası altında beklentisizce yaşamaktan çok daha kötü. Çünkü sizden pek de bir şey beklenmeyen yetersiz ve çaresiz olarak göründünüz bir hayatta, size pek de ciddi bir sorumluluk verilmez, üstlerinizi rahatsız etmediniz müddetçe ne yapsanız hoş görülür. Bu da size aldatıcı bir özgürlük alanı sağlar. Örneğin işe girmeniz için EKPSS diye ayrı bir sınav uydurulur. Çünkü siz herkesle aynı sınava giremeyecek kadar yetersizsinizdir. İşyeri koşulları kaç kişinin umurunda olur? Her sınavın erişilebilir olması anlamsız bir çaba haline gelir. Şehir içi ve şehirler arası ulaşımda indirim ve ücretsiz çözümlerle ağza bir parmak bal çalınır, araçlardaki erişilebilirlik, anonslar, rampalarla kimse ilgilenmez. Okullarda başa çıkılamayan dersler ve sınavlar için muafiyet getirilir, alan bilgisi için gerekli kazanımların elde edilip edilmediğine pek de bakan olmaz.,
Kontenjan, kota, muafiyet, indirim, ayrıştırıcı politikalar esasında sessiz bir anlaşmadır. Toplum ve otorite yeterli eşitleyici çözümleri alamadığını itiraf niteliğinde size bir rüşvet önerir, karşılığında kısa vadede tekil şahıslar da mutlu olup susar. Birkaç ağaç kurtarılır kalan orman yanmaya devam eder. Peki herkes mutluyken sorun nerede çıkar biliyor musunuz? Kriz ve kıtlık dönemlerinde. Nario-redmond çok güzel bir noktaya işaret ediyor: Holokost döneminde ilk imha edilen gruplar arasında engelliler de yer alıyordu. Çünkü onlar da yaşanan sorunların sorumlusu ve günah keçisi olarak görülüyordu.
Bu filmi defalarca görüyoruz. Meşhur 2001 krizinde ilk alınan tedbirlerden birisi de şehir içi ulaşımda engellilere tanınan ücretsiz ulaşımın iptal edilmesi olmuştu. Tabi ki bu durum engellileri bir anda sokağa çıkarınca düzenlemeden vazgeçildi. Aslında bugün yoğunca tartışılan ÖTV konusunda da bir sorun çıkmazdı, iş abartılınca şöyle bir rakam karşımıza çıktı. 2024 yılının ilk 10 ayında satılan 751 bin aracın 166 bin kadarı ÖTV muafiyetiyle satılmış. %22’lik bir oran. Ülkedeki resmi engelli oranıyla karşılaştırıldığında ortaya garip bir tablo çıkıyor. Üstelik bu araçları ÖTV muafiyetli alabilmeniz için %90 ve üzerinde raporunuz olması gerekiyor ki, bunu alanların sayısı o derece yüksek değil. Ülkemizdeki enflasyon ve yaşam şartları da malum, haliyle bu durum göze battı. Engellilerin yetersiz ama rekabet edemez konumu bir anda değişti ve süreçte bir tehdit olarak algılandı. Meraklanmayın merhamet temelli yapılar halen çoğunlukta olduğundan yine bir ortay ol bulunur bana kalırsa.
Burada meselenin şu tarafı bizi düşündürmeli. Herkesi kısa vadede mutlu eden pozitif ayrımcı politikalar bir zehri de zerk etmeye başlıyor damarlarımıza: elde edilen şeyleri bir kazanım ve hak olarak görme sanrısı. Tam da o nedenle, geçici olması öngörülen bu çözümler hiçbir zaman sona eremiyor. Bizler yediğimiz zararlı şekerleri temel besin kaynağı sanıp günden güne çürüyoruz. Halbuki hak ve ayrıcalık iki farklı konu: Hak, herkesin insan olarak doğal biçimde sahip olması gerektiği durumlar. Yaşam hakkı, eğitim hakkı, ulaşım hakkı, ifade özgürlüğü hakkı gibi. Ayrıcalık ise, herkesin sahip olmadığı ekstra şeylere sahip olmayı kapsıyor. Öncelikler, indirimler, kontenjanlar bu kapsama giriyor. Siz belirli gruplara diğerlerinde olmayan ayrıcalıklar tanıdığınızda, bu ister istemez toplumda bir rahatsızlık yaratıyor. Yukarıda bunun sonuçlarını özetlemiştim. Engelliler için bu rahatsızlık o derece yüksek gözlemlenmiyor, ama ÖTV örneğinde olduğu gibi aslında yapılanlar günü geldiğinde kullanılmak üzere bir kenara not ediliyor.
Hak ve ayrıcalık kavramını biraz daha açalım. Örneğin Araba tekerlekli sandalye kullanıcı için ulaşım hakkının bir parçası. Çünkü araba sayesinde, tek başına bir yerden bir yere gitmesi mümkün. Böylece cadde ve sokaklardaki pek çok fiziksel bariyer onu çok daha az etkiliyor. Bu kişiler için araba bağımsız yaşamın bir parçası. O nedenle onlar adına %40 yerlilik şartı 10 yıl gibi düzenlemeler ciddi mağduriyet nedeni. Çabalarını destekliyorum.
Ancak körler için Bugünkü araba teknolojisinin bağımsız yaşama ve ulaşım hakkında katkıda bulunduğunu bilimsel olarak söylemek mümkün değil. Elbette bir araba sahibi olmak yaşamı kolaylaştırıyor ama kör olmayan birinin yaşamını ne kadar kolaylaştırıyorsa, körün yaşamını da en fazla o kadar kolaylaştırıyor. Yani bir olmazsa olmaz değil. Fakat anayasanın engelli deyince herkesi aynı sepete koyma genellemesi sebebiyle, hak zannedilen ÖTV indirimi, ihtiyacı olan olmayan raporunda %90 yazılı herkese tanımış oluyor. O zaman da 166 bin gibi rakamlar önümüze seriliyor ve bundan en çok gerçek ihtiyaç sahibi tekerlekli sandalye kullanıcıları zarar görüyor.
Burada şunun da altını çizelim gelecek yıllar otonom araçların yaygınlaşmasına gebe. Bu da bizim veya gelecek neslin görebileceği bir süreçte körlerin de tek başlarına araba ile trafiğe çıkabilmesine neden olacak. İşte o gün, araçlarda sağlanacak kolaylıkları tartışabiliriz. Çünkü o zaman otomobil kör için bağımsız yaşamında bir kolaylık ve ulaşım hakkını genişleten bir hale gelecek.
Anlatmaya çalıştığım olguyu özetlersem, engelliler önce neyin hak, neyin ayrıcalık olduğunu içselleştirmek zorunda. Ulaşım hakkı yaya veya hava, kara, deniz ve raylı sistemlerde erişilebilir biçimde seyahat hakkı demek indirimli biletler ya da kendinin kullanmadığı araçlardaki kolaylıklar değil. Eğitim hakkı, her okulda her dersin erişilebilir biçimde alınabilmesi demek, tanınan ek kontenjanlarla muafiyetlerle buralarda olmak değil. İstihdam hakkı, herkesle eşit koşullarda erişilebilir altyapı ve teknolojiyle çalışabilmek demek, ayrıştırılmış düşük performansı esas alan sınavlara dayalı işe girişler değil. O nedenle ihtiyacımız ve peşinde koşmamız gereken şey, erişilebilirlik, uyarlama ve insan onuru, eşitsizliği yeniden üreten, yetersizliği temel alan pozitif ayrımcılık istemleri değil.
Pozitif ayrımcı istemler kısa vadede size kazandırabilir, ama her seferinde toplumsal gerilimi besleyen ateşe atılan bir odundan fazlası değildir. Bu yığın belirli bir seviyeye ulaştığında verilenlerin katbekat elinizden alınması kaçınılmaz olacaktır.
Sonuç olarak Sowell’in de kitabın da belirttiği gibi bizler grup bazlı tercihler yerine bireysel ihtiyaçlara göre uyarlamalar yaparak gerçek haklarımızı elde edebiliriz. Herkese pozitif ayrımcılık zehrinden kurtulup gerçek haklarını kovalamaya başladığı günler dilerim.
“Pozitif ayrımcılığın Getiri ve Götürüleri” için 2 yanıt
Ben bir görme engelliyim. Araba alıp almama konusunda herkesle eşit statüdeyim. Eğer gücüm varsa araba alabilirim fakat ben bu kez de arabayı kullanamadığım için başkasına bağımlı hale geliyorum. Bence burada asıl desteklenmesi gereken görme engelli için bir ÖTV muafiyeti değil ancak benim için araba kullanmayı sağlayacak tedbirler alınması. Örneğin ihtiyaç duyduğum zamanlarda bana şoför sağlanması gibi
Emeğinize, kaleminize yüreginize sağlık Engin hocam.
Günümüzün hak temeli adı altında, yardım temelliliği perçinleyen sivil toplum örgütleri ÖTV muafiyetli araç alma gibi ayrıştırıcı politikaları değil de, genel anlamda halkın geneli üzerindeki sömürge vergileri ile mücadele etselerdi işte o zaman eşitlikçi bir yaklaşımın savunucusu olurlardı.