Kategoriler
Yüreğimden ve Aklımdan Damıttıklarım

Görme, İzleme kelimelerinin kullanımı üzerine garip bir duyar kasma!

Bu aralar kör olmayan arkadaşlarımda değişik bir duyar kasma fark ediyorum. şu filmi izledin mi derken birden pardon şeklinde düzeltme ihtiyacı  duyuyorlar kendilerini. dün Ahmet’i gördüm dersem nasıl yani diye şaşırıyorlar. Bu tür kötü niyetli olmayan ama sinir edici diyalograrı yaşadığım arkadaşlara sözüm:

Görme, izleme, seyretme yalnızca gözün tekelinde olan şeyler değil. spacial, Yani uzamsal diye bir kavram var. burada, işitme, dokunma, ve diğer duyuları kullanarak da çevreniz, sizin pozisyonunuz hakkında detaylı bir görünüz olabiliyor. buna mobilite ve oryantasyon deniyor.

Bir kör maçı radyodan dinlerken, ve televizyondan izlerken, ya da tribüne gittiyse yaşadıkları aynı değil. çünkü televizyon veya tribünde yaşanan ambians çok daha farklı ve güzel. Bu da, yalnızca dinlemeye indirgenemez. Bu yüzden bizlerde izlemek, görmek gibi günlük terimleri kullanıyoruz.
Bundan daha önemlisi, tam muhabbetin ortasında böyle kelimeler geçince duruma limon sıkmanız, aradaki doğal olabilecek ilişkiyi mahfediyor. Beni Engin olarak değil yalnızca kör biri olarak algıladığınızı hissettiriyor. mikro saldırganlığın ilk maddesi yani: Kimliğin inkarı. Sen ne yaparsan yap, benim gözümde her şeyden önce körsün, sağırsın, otistiksin. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Bu da her eylemin, söylemin bir şaşkınlığa dönüşmesine neden oluyor. Sorun şu: Durum böyle olunca aradaki kalın duvarlar ve gerçek ilişki asla kurulamıyor. bilginiz olsun istedim.

Kategoriler
Duyuru Ve Bilgilendirmeler Yüreğimden ve Aklımdan Damıttıklarım

sonuçlara odaklanıp süreci ıskalamak

Merhaba. Dün ileti kutuma yine Avrasya maraton bilgileri düştü. Parkur, başlangıç saatleri vs. Bu sabah tartım kilomu 74,2 olarak gösteriyordu. Bundan 3 çeyrek yıl öncesinde aynı tartıda rakam 104 civarıydı. İşte maraton sürecinin en somut çıktısı. Ama anladım ki bu sene mesele sonuçlar değil süreçlermiş. geçen izlediğim bir filmde şöyle bir repliğe rastladım, sonuçlara bakıp ne çok ıskalıyoruz süreçleri?
Geçtiğimiz yıl bloğumdaki maraton yazıma bir göz attım da, demişim ki, her şey 42195 metrenin o son 195 metresi için. Ne büyük bir yanılgı. O 42 kilometre olmasa ne anlamı olurdu son 195 metrenin! İşte süreç dediğim öyle bir şey. Maratonun kendisi bir süreç aslında.
benimkisi üç yıldır devam ediyor. Basit bir kilo verme denemesiyle başlayan, hafif yürüyüşlerle devam eden, koşu tutkusuna dönüşen yeni bir deneyim.
Evet başlangıçta hedef yine sonuç odaklıydı, 82 kiloya düşmek, 15 kilometre koşabilmek, yarı maratona katılmak. Tam maratonu bitirmek. Ama her sonuç sonrası şimdi ne olacak duygusu.
Halbuki anlıyorum ki süreçlermiş önemli olan. şimdi 10 kilometreyi 55 dakikanın altında koşabiliyorum artık. Murat’a göre 4 saatin altında bile koşarız maratonu. Bana göre 4 buçuk saatin altı yeterli. Belki de bir şey olur hiç bitiremem. önceki yıllarda bu senaryo beni dehşete düşürmeye yeterdi. Ama şimdi 3 yılda kazandıklarıma bakıyorum da, maraton günü her şey ters gitse ne fark eder ki? ben hayatımdan ağırlık atarak süreç yaşamayı öğrendikten sonra, gerisi teferruat değil mi?
ağırlık atarak özgürleşmek. dernek ve ileti gruplarındaki anlamsız, yorucu, hiç bir yere götürmeyen polemikler, çalıştay ve kongrelerde sizi konu mankeni yapanlarla olan sıkıcı mücadele. Başkaları ne diyecek diye kendinden vazgeçmenin yükü. işte bunun gibi şeyler ağırlıklar. Gerçek özgürlüğün bazen vazgeçebilmek olduğunu anlamak. Asıl ağırlığı konfor alanlarının sahte rahatlığının yaptığını kavramak.
Bir de ağırlık attıkça kazanılanlar var. Türker abiyle başlayıp, Erhan, Ayşe, El Ele koşu kuvveti, Beat Monday ve İlkay abiyle oluşan harika dostluklar. Cumartesi sabah 6’da başlayıp güneşin doğuşunu selamladığımız koşular. Sokakta sabah kendim gibi yaşamanın enerjisiyle yapılan canlı yayınlar. sonucun değil asıl yolculuğun, koşunun verdiği huzur ve uçma hissi.
Dedim ya, atılan ağırlık kilo değil. Anneme göre yüzüm gözüm solmuş çökmüşüm. başkalarına göre çok fit olmuşum. Kim doğru söylüyor önemli mi? ruhumuzdaki ağırlıkları atabiliyor, küçülerek de büyünebileceğini duyumsuyorsanız, başkalarının gözleri artık sizin aynanız olmuyor. Yani 6 ayda şu kadar kilo verdim saçmalıklarına kapılıp, sonucu alır almaz verileni iki katı geri almak, ya da sonuca değil sürece odaklanmak. İşte bütün mesele bu.

Esas süreç bu bence 6 Kasım’da yine maraton var. Her yarış gibi orada da bir hedef var. yaparsam tabi ki uçarım mutluluktan, ama bu, ne her şeyim bir sonu, ne de yepyeni bir başlangıç, yaşam yolculuğundaki harika bir deneyim sadece. Yaşanacak ve zevk alınacak müthiş bir an. O keyfi bırakıp tasalanmaya değer mi? 6 kasımda yine maraton zamanı. O heyecanı beklemek, farklı kilometrelerde ne yapacağını düşünmek, yorulunca edeceğim küfürleri hayal etmek, ama biter bitmez ne zaman Berlin’e gidiyoruz, bir sonraki yarışın tarihi neydi diye sormak. İşte süreç, işte yolculuk ve onu özel yapan şeyler. herkesin kendi yolculuklarını bulması dileğiyle.