Kategoriler
Yüreğimden ve Aklımdan Damıttıklarım

Buradayım

Selamlar herkese. Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiğim engellilikle yaşamak dersinde kimlik öncelikli dil ve kişi öncelikli dili (Identity first language versus person first language) ve arasındaki farkları konuşurken kendimi görme engelli değil kör bir birey olarak tanımladığımı ama buraya gelmenin de kolay olmadığını söylemiştim. Bir öğrencim de yazmış bana. Hocam o noktaya nasıl geldiğinizi anlatır mısınız diye. Öğrencime verdiğim yanıtı sizlerle de paylaşmak istedim.

Of! Çok güzel ama zor bir sorum. Üzerine onlarca saat konuşulabilir, kitaplar yazılabilir ya da pek çok oturumlu terapiler düşünülebilir. Bir tek kendim için değil benzer süreçleri yaşayan herkes için. Kişisel yolculuğumda sanırım üniversite yaşamı ve sonrasındaki hayatım etkili oldu diyebilirim. Üniversitede ilk kez bilgisayar laboratuvarında ekran okuyucu kurup kullanma deneyimleri, ders süreçleri, başka kör arkadaşlarla kurduğumuz ilişkiler, yurt dışındaki engelli hayatından  haberdar olma gibi pek çok tetikleyici sayabilirim.

Tek bir doğru yanıtı yok yani. İçinde uzunca geçen bir süreç var. ama sonunda vardığın şey şu oluyor: kör olmak bir kusur değildir, kimseden dilenecek bir özrün yok. Ayrıca kimsenin merhametine de ihtiyacın yok. Talep ettiğin şeyler bir hak, sana verilenler de bir lütuf değil. Herkese minnet duymana gerek yok.

Bu, çoğu insan için biraz sert ve agresif. Ama etrafındaki yardım, merhamet adıyla aslında seni değil, kendini düşünen süreç ve davranışları daha çok gözlemeye ve algılamaya başlayınca biraz katılaşabiliyor insan. Ayrıca da bu sonlanacak bir süreç değil gidiş gelişleri olan çok yönlü bir sosyolojik ve psikolojik mesele

Bu tarz konular için  bir makaleden söz edeceğim. Carol Gill’in four types of integration in disability identity adlı makalesi engelli kimliğinde 4 çeşit entegrasyon. bu makalede engellilerin kimlik gelişiminde entegrasyonun rolü vurgulanıyor ve 4 aşamadan söz ediliyor.

Bunlardan ilki Ait olduğunu hissetmeye başlamak topluma entegrasyon: kısaca artık kendi mahallende, istediğin bir üniversitede, herkesle birlikte bir işyerinde olma, çalışma, eğitim alma arzusu. Ben de herkesle aynı haklara sahibim bilinci yani.

İkincisi: Eve dönüş engelli topluluğuyla entegrasyon: pek çok azınlıkta olan kişi bir süre kendi grubuyla arasına mesafe koyar. Sanki bu şekilde sağlam olana benzeyeceğini ve dışlanmayacağını sanır. İşte süreç bunun ne büyük bir yanılgı olduğunu anlayarak başlar. Üniversitede kendi arkadaşlarımızla ders kitaplarına herkesle aynı anda erişim vs için yaptığımız mücadele, bir araya gelip yazdığımız raporlar bunun bir uzantısı oluyor.

Üçüncü aşama birleşme, bedenindeki her şeyi sahiplenme yani. Kör olmasına rağmen, yürüyememesine rağmen, sağır olmasına rağmen başarılı cümlelerini tuvalete atıp sifon çekmek. Bedenindeki her olayın örtülecek, gizlenecek bir şey değil seni sen yapan unsurlardan biri olduğunu kabul etmek. Ne eksik ne fazla. Bunu anladığım günden beri tören ve benzeri yerlerde sahneye çıkacaksam mutlaka bastonumla birlikte çıkarım. Toplu fotolarda bastonum da yanımda olur. Kısaca sen bir şeye rağmen sen değil onunla birlikte sensindir.

Dördüncü aşama açıkça ifade etme ve toplum önüne çıkma: yaşamında uzlu ve düşüncelerinin gizlenecek utanılacak bir şey olmadığını anladığım gün artık ses çıkarmaya başlayacaksın. Ben de buradayım. Bastonumla, işaret dilimle, stimlerimle ben olarak buradayım ve herkes kadar saygıyı hak ediyorum. Bunu dediğin gün artık uçakta, otelde, hastanede, okulda, erişilebilir olmayan her imkanı, seni dışlayan ve ayıran her düzenleme ve davranışı sorgulayıp baş kaldırmaya başlıyorsun.

Tüm bunlar sonunda da kör ya da sağır demek üstü örtülüp kapatılacak bir tabu olmaktan çıkıp mücadelenin yapı taşı oluyor.

Umarım soruna bir nebze de olsun bir yanıt olmuştur.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir