1. Yolda bastonuyla giden birine arkadan düz git diye seslenmeyin.
2. karşınızdan gelen birine sağ sol diye komut vermeyin. çünkü muhtemelen sizin sağınız onun solu.
3. yolunda yürüyen birine dur yanlış gidiyorsun diye bağırmayın. Muhtemelen onun kafasında bir harita ve bildiği bir şey var. Yanlış gidiyorsa ve çarpacaksa bile bu, onun sorumluluğunda.
4. Sakın ha sakın, izin almadan, sormadan kesinlikle kimsenin koluna, eline dokunmayın.
5. Otobüse, minibüse binen birine çekilecek eşya muamelesi yapıp hiç konuşmadan yer vermeye çalışmayın. Eğer boş yer varsa, uyarın yalnızca.
6. Tanımadığınız hiç bir kimseyle sen dilinde konuşmayın.
7. size yol soran birine, ne yapıcan orda, ama çok uzak orası gibi akıllar vermeyin. Bilmiyorsanız bilmiyorum deyin yeter.
8. kimseyi, şu, bu, gibi işaret zamirleriyle nitelemeyin.
9. metro ve benzeri yerde, yakında yürüyen merdiven varken, kimseyi zorla asansöre yönlendirmeyin.
10. Biri sizden yardım istemediğini belirttiyse lütfen ama lütfen inat ve ısrar etmeyin.
1. Okullarda para toplayan, bir yerlerde kapak isteyenler.
2. Gözleri bağlama, kulakları tıkama, sandalyeye oturma tarzı acıma ve anlamsız hayranlık dışında hiç bir işe yaramayan etkinlikler.
3. Engelli kardeşlerim diyenler.
4. Azmi taktir etme yarışına girenler.
5. Günlük basit etkinlikleri bile başarı hikayesi diye yazan ilham pornocuları.
6. Herkes potansiyel engelli adayıdır diyenler.
7. Sizi karşıya geçirirken, ama benim için dua et diye rüşvet isteyenler.
8. Sevgi her engeli aşar diyenler.
9. tüm yıl ayrımcılığın dibine vurup tam bu hafta açılış etkinlik yapan tüm kurumlar.
10. Engellilerimize sahip çıkalım diyen politikacılar.
11. Sokaklarda sakatlığını kullanıp acımtırak müzik yapan sözde mağdurlar.
12. iş yerlerinde tek bir sakat istihdam etmeyip sözde sosyal sorumluluk yapanlar.
13. hukuk deyip en sağlamcı sözlerle tanık diye dayatan noterler.
14. sakatları etkinliklerinde meze diye kullanıp aslında kendine çıkar sağlayanlar.
15. sokakta Allah şifa versin, hastanede hiç mi tedavisi yok, sınıfta sizin için ayrı okullar yok mu diyenler.
Yolda yürürken, ya da bir yerde otururken, otobüsteyken, size bakarak yanınızdakinin ağzından hafif mırıldanan şükür sözleri döküldü mü hiç? Çok yüksek sesle de yapmazlar hani “allahım çok şükür, çok şükür” diye defalarca duyulan nida.
Gerçekten niyet nedir orada peki? Sahip olduklarına, yaşadıklarına olan bir teşekkür mü? Yoksa benim gibi olmadığı için duyulan bir şükran mı? sahi niye şükreder biri? Nedir amacı?
Kuşkusuz dinsel bir anlamı var şükrün. Bu konuda hiç bilmediğim sulara girip hadsizlik etmek değil niyetim. Ama şöyle basit bir internet araştırması yaptığımda, şükrün allahın verdiği nimete olan bir minnettarlık olduğu sonucunu çıkarıyorum. Dr. Durak Pusmaz’ın Diyanet dergisindeki Kuran’da şükür kavramı yazısında şükrün dil ile, kalp ile, azalarla ve amel ile yapılacağı anlatılıyor. Dil ile şükür, yani sürekli bizim maruz kaldığımız şey esasında verilen nimetin ve iyiliğin anılması maksadını taşıyormuş. Kalp ile şükür ise asıl nimeti verenin Allah olduğunu bilmek ve bundan sevinç duymak olarak açıklanıyor Pusmaz tarafından. Azalarla şükür ise, vücudumuzdaki tüm organların bize bahşedilmiş birer nimet olduğunu bilmek ve onları yaratılış amacı doğrultusunda kullanmakla oluyormuş. Makalenin tamamına ulaşmak için:
Adresini kullanabilirsiniz.
Dediğim gibi, asla bilmediğim konularda ahkam kesmek değil niyetim. Sadece olur olmadık yerlerde özellikle bizim duyacağımız şekilde dökülen sözlerin gerçek bir karşılığı var mı diye merak ettim. Yolda, markette, toplu taşıma aracında, parkta vs, yanımıza yaklaşıp güya yardım edeceğim derken sürekli benimle konuşmak yerine şükreden birinin asıl amacı kendisine verilen bir nimete mi teşekkür etmek, yoksa iyi ki benim yerimde olmadığı için duyduğu bir rahatlama mı acaba diye şüphelenmek çok mu niyet okuma olur sizce? Farklı olanı beterin beteri olarak görüp şükrü bir kıyas aracı olarak kullanmak. Kendince karşısındakini aşağıda görüp onun gibi olmadığı için yaşanan iyi hissetmeyi açıkça dile getirmek. Yani farklı olanı bir iyi hissetme aracı haline dönüştürmek.
Şükür bireysel bir inanç aslında. Kimin, neye niçin şükrettiğini yargılama hakkımız yok elbet. Lakin özellikle farklı olanın yanında gelişen hal ve hareketler bazen bir mikro saldırıya dönüşüyor. Karşıya deniyor ki, bak ben senden üstünüm. Sen eksiksin ben tam. Çok şükür ki senin durumunda değilim. Birincisi akıldan geçen ve dille açıkça belirtilen bu tarz düşüncelerin ancak şahsi duygular olduğu muhakkak. Bilgisizlik ve önyargının dışa vurumu. Geçen yolda yürürken, yine birisi elime para tutuşturmaya kalktı. Nasılsa ramazan ya, böylece rahatlatacak kendini. Belki benim senden daha çok param var ne biliyorsun şeklinde sorunca, olsun dua edersin diye ısrar etti adam. Biz almadık tabi parayı. Yine al dua edersin diye işi uzatınca, ben de biraz daha devam edersen beddua edeceğim dedim, uzaklaştı yanımızdan neyse ki. Her bir kör faninin başına gelen klasik bir olay. Kamusal alanda dolaşan beterin beterleri olarak dışarıya bir iyi hissettirme, sevap işleme şükretme nesnesi olan konumumuz.
İkincisi de güya sevap işlemek amaçlı yapılan bir eylemin açıkça başkasını hor gördüğü için istenen sonuca ulaşacağı da tartışmalı. Bir tarafıyla karşı tarafı kıran, belki daha kötü hissetmesine neden olan bir fiil çıkıyor ortaya. Ayrıca burada mesele bir nimete sahip olup olmamaktan çıkıyor, başkasının aynı şeye sahip olmaması üzerinden mutluluğa dönüşüyor ki, bunun ahlaki doğruluğunu biraz düşünün isterseniz. Yani dostlar şükrü bir kıyas aracı olarak kullandığınızda, bilin ki, ben de karşı taraf olarak bana biçilen beterin beteri rolünü reddediyorum ve bu rolü biçenlere hakkımı helal etmiyorum. Bilginize.
Bundan birkaç ay öncesi bir kış günü. Sevda’yla birlikte eve doğru yürürken sokakta oynayan bir çocuk yaklaştı yanımıza. “Aaa! Abi senden bir tane daha var.” Âdem abiyle epey yakın oturuyoruz, onu kastediyor muhtemelen. İkimizin de kör oluşu, diğer tüm özellikleri görmezden gelmek için yeterli. Birkaç zaman sonra o çocukla bir daha karşılaştık. Bu sefer Âdem abi de vardı yanımda. Şakayla karışık takıldım. “Bak, benden bir tane daha var diyordun ya, bu di mi?” dedim. O da “Evet abi” dedi. Muhtemelen hepimizin yüzlerce kez karşılaştığı bir şey bu aslında. Ama çocuğun sözleri bu yazıyı düşürdü kalbime, beynime. Nasıl oluyor da tek bir özellik, bütün diğer niteliklerin önüne geçip bizi tanımlayan tek şey oluveriyor? İnsanları böyle tanımlara iten ne?
Aşağıda vereceğim EEEH Dergi Bağlantısında okuyacaklarınız, şimdilik üçlü bir yazı dizisinin ilki. İnsanların farklı bir şeyle karşılaştıklarında algılarının nasıl bu farka tutsak olup kalan her şeyi yok saydıklarını anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Sizler de yorumlarınızda tutsak algı örnekleri verir misiniz? Böylece zenginleşir repertuarımız ne dersiniz?
https://eeeh.engelsizerisim.com/yazi/alginin-tutsakligi-1-senden-bir-tane-daha-var-abi
Klavyeye dokunan parmaklardaki güç kaybı ve halsizlik, çok yoğun bir boğaz ağrısı, çıkıp inen ateş ve çıktığı anda yaşanan üşüme ve eklem ağrıları. Yanında garnitür olarak gelen burun tıkanıklığı ve hafif baş ağrısı. İşte benim Covid özetim. 21 Şubat günü biraz halsizlik hissedince risk almayıp test yaptırmaya karar verdim ve ben de sayısı milyara ulaşan covidliler kervanına katıldığımı öğrendim. Ortak belirtiler olsa da herkesin covidi kendi bireysel özelliklerine göre deneyimlediğini düşündüğümden kendi bedenimi gözlemleyip süreci bir günlük haline getirmek istedim. Sanırım yapmayı en çok sevdiğim şeyle, yazmakla iyileşmeye çalışıyorum.
Bilişim bültenimizin ikinci sayısından hepinize merhabalar dostlar. Aslında her ayın 1’inde veya onu takip eden hafta içinde çıkmak niyetimiz. Ama ilk sayımız ocak sonunda çıktığından şubat ayını boş geçmek istemedik. Eee haliyle sevgililer gününde de bilişimle ilgili çokça hediye alınabileceğini var sayarak 14 Şubat’ta size güzel bir sayı sunmak istedik. Hem daha pek bir yeniyiz bizi anımsayın diye umduk.
Yepyeni ve mütevazi bültenimizden Erişilebilirlik dolusu merhaba. İstedik ki, Bilişim ve erişilebilirlik ipuçları dağınık durmasın, bir araya toplansın, erişilebilirlik dostları güçlerini birleştirsin. Yazılar, ipuçları ve bilişim haberleri bültenlerde buluşsun. Birbirinden kıymetli yazarlarımız her ayın ilk haftasında taptaze bilişim yazılarını sizlerle paylaşsın. Öyle olunca da bu site ortaya çıktı.
Yine diliyor ve umuyoruz ki, yazılar yalnızca buradaki yazarlarla kalmasın, sizlerin de katkılarıyla yeni bilgiler ihtiyacı olanlarla buluşsun. Onun için de iki bağlantı ekledik ana sayfamıza. İlki kendi yazı ve ipuçlarınızı göndereceğiniz sizden gelenler bölümü. Yazılarınızı her ayın 20’sine dek bizimle paylaştığınız taktirde değerlendirip bültenimize koymaktan mutlu olacağız.
İkincisi de çözemediğiniz soru ve sorunlarınızı iletebileceğiniz Gönder Gelsin köşesi. Buraya yazdığınız soruları hem yazarlarımız yanıtlamaya çalışacak hem de soru ve yanıtları bir sonraki bültende yerini alacak.
Ha unutmadan! Sitemize abone olursanız tüm yeni bültenlerden anında haberdar olacağınızı da araya ekleyelim.
Çok önemli bir bilgi daha bu harika sitenin alt yapı çalışmalarını gerçekleştiren Uğur Gürbüze teşekkür az kalır. Her geçen gün yaptıklarının üzerine koyan Uğur’u çok daha iyi yerlerde göreceğimize olan inancımız sonsuz.
Ayrıca teknik konularda bizden desteğini hiç esirgemeden ne zaman olsa yardımımıza koşan Can Kırca’ya da İyiki varsın diyoruz.
Sizi daha fazla merakta bırakmayalım ve ilk bültenimizin yazı ve yazarlarını birlikte tanıyalım ne dersiniz
İyilik nedir sizce? Dilenciye para vermek? Bir hayır kurumuna bağışta bulunmak? Bir körü kırk adım götürmek? Otobüste istemese de birine yer vermek? Veya Yolun ortasındaki bir taşı kenara koymak? Kaldırım üzerine değil birkaç blok ötedeki park yerine arabamızı park etmek? Daha az kazanmak uğruna masaları dükkânımızın önünden taşırmamak? Kapımızın önüne kediler için dolu bir süt kabı bırakmak? Bir dostumuza laf olsun diye değil hakikaten nasılsın diyebilmek? Kitap seslendirmek? Daha da ötesi niçin yapılır, niye adına iyilik denir bazı eylemlerin?
26 Aralık günü gerçekleştirdiğimiz GETEM gönüllü okuyucu sertifika törenimizdeki konuşmamı sizinle de paylaşmak istedim. Yukarıdaki paragraf konuşmanın başıydı gelin devamına birlikte bakalım
Sabah kalktınız, lavaboya koştunuz, bir baktınız sular kesik. Hemen açtınız akıllı telefonunuzu şöyle bir mesaj: Sevgi her engeli aşar. Sizin için hazırladığımız özel su istasyonlarından kana kana suyunuzu içebilirsiniz. Evden çıktınız aceleyle arabanızın başına geçtiniz ki, bir de ne göresiniz önünüzde kocaman bir kamyon park etmiş. Ortalıkta kimseler yok. Sahibi nerede bunun diye aranırken, kasasında bir yazı fark ettiniz: Siz semt sakinlerinin tek ihtiyacı sevgi. Ne saçmalıyorum dimi? Oysa 3 Aralık günü İstanbul’da yaşayan engelliler şöyle bir sms aldılar:
“IBBSTK, Sevgi varsa engel yoktur. Hayatın her alanında engelli bireylerin yanındayız. Sosyal hayata katılımlarını kolaylaştırmak için özenle çalışıyor, Bölgesel İstihdam Ofislerimizle de işe kavuşmaları için özel uygulamalar hayata geçiriyoruz.
Ekrem İMAMOĞLU İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı”
İlk bakışta gayet sıradan ve iyi niyetli bir mesaj. Peki nedir benim derdim acaba? İsim ve parti adına göre bakmayın bu yazıya. Buradaki figür ve parti adlarını değiştirin sonuç hiç değişmeyecek. Hangi siyasi akım ve partinin mensubu olursa olsun, iş engelliliğe gelince neden en ilkel kodlara dönüyor tüm özneler hiç kafa yordunuz mu? Her yelpazedeki siyasal görüş ve ideoloji mesele engellilik olunca nasıl oluyor da birbirinin kopyası söylemleri dillendirip vıcık vıcık bir kaygan zeminde dolaşıyor? Gelin birlikte tartışalım
Sis
6 Kasım 2021 sabah saatleri İstanbul. Ortamda çok yoğun bir sis. Öyle ki vapur ve deniz otobüs seferlerinde birçok iptal söz konusu. Sabiha Gökçen hava alanı saat 08’den 11’e dek iniş ve kalkışlara kapanmış. 21 uçak İstanbul Hava alanına yönlendirilirken 20 uçuş da iptal edilmiş. THY o gün 14:30’a kadar olan iç hat uçuşlarını ertelemiş. Tüm bunların yarattığı maddi kayıp da cabası. Peki nedir bu tantananın nedeni? Bir doğa olayı nasıl oluyor da bu derecede bir karışıklığa yol açıyor derseniz, basit bir nedeni var: görüş mesafesi. Stratus bulutu yere çok yaklaşıyor, yerle temas eden su buharı kristalleşiyor ve yatay görüş mesafesini 1 kilometrenin altına düşürüyor. Eğer Sabiha Gökçen gibi içinde gerekli iniş sistemleri yoksa da pilotlar inişte pisti görme güçlüğü yaşadıkları için pas geçiyorlar. O nedenle de birkaç saatlik bu doğa olayı koca bir hava alanının geçici de olsa kapanmasına neden oluyor. Hiç dikkatinizi çekti mi herkes olayın nedeni olarak sisin yoğunluğunu gösteriyor, ama kimse insan görüşünün yetersizliğinden bahsetmiyor. Doğa koşullarında olan basit bir değişimin görmenin etkisini nasıl azalttığından söz eden yok. Diğer taraftan bir otobüste ineceğiniz durağı kaçırdıysanız nedeni anons eksikliğine değil, kör oluşunuza bağlanıyor. Bir toplantı için binanın yukarı katına çıkamadığınızda sebebi binadaki asansör yokluğuna değil, tekerlekli sandalye kullanmanıza atfediliyor. Şimdi sağlamcılığın anlamını bir daha düşünmeye ne dersiniz?