Küçüklüğümden bir sahne. Birilerine diyorum ki, kör olmasaydım mühendis olurdum. Sanırım 5-6 yaşlarındayım. O aralar benzer şeyleri sıkça söylüyordum galiba. Bir gün abim veya ablalarımdan biri kenara çekti beni ve şöyle dedi: “Bak, böyle söyleme çok üzülüyor annem-babam”. Neresinden tutalım? Kör olmamı bir yetersizlik karinesi olarak kabullenip baştan vazgeçmemden mi, yoksa bunu dile getirmeme bile izin vermeyen, hayal kuramamamı bile kısıtlayan çevresel koşullardan mı? Gelin biraz yeti farklarımızı ve hayallerimizi tabulaştıran şeyleri konuşalım.
Körlük, sağırlık gibi bir yeti farkınız varsa çoğu zaman bunu hiç konuşmazsınız ailenizle. Sanki hiç öyle bir şey yaşanmamıştır. Sanki bu, tamamen yasaklanmış ve girilmemesi gereken kilitli bir kapıdır. Siz hep görmemenize, duymamanıza rağmen başarılı olması gereken birisisinizdir. Mümkün olduğunca yeti farkınız görünmez olmalı, perdelerle kapatılmalıdır. Olur olmadık yerde asla söylenmemelidir. Ancak ne zaman ki bir yerde yüksek not aldınız veya gurur verici bir başarı kazandınız, o zaman birden ortaya çıkartılıverir: körlüğüne rağmen başardı. Bu, mevcut başarıyı daha büyütmek için önemli bir araçtır. Yeti farkınız o kadar kötü, o kadar değersiz bir şeydir ki aslında, onun üstesinden gelmiş ve süper kahramanlaştırılmışsınızdır birden. Öğretmenleriniz şöyle söyler: Engin bile yapmışken size ne oluyor? Yani başkalarının kişisel gelişimine yardım eden ilham pornosu figürü olarak kullanıma hazır hale gelmişsinizdir. İşin kötü tarafı uzun süre bu ilham pornosu karakteri olmaya siz de razı olursunuz. Körlüğünüze rağmen, tekerlekli sandalye kullanmanıza karşın başarılı olmak bir biçimde mutlu etmektedir sizi çünkü öylesine kıymetsiz bir hayatın içinde değerinizin böyle anlaşıldığını varsayarsınız. Diğer taraftan, bir şekilde yaptıklarınızın aslında yeti farkınıza yaslanarak başarı olduğunu içten içe bilirsiniz. Yani bir yönüyle sanki gerçek değildir. “Rağmen” olmak sizi süper kahramanlaştırmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi’nde hazırlık okuyorum ve “Beginner” denen başlangıç seviyesindeyim. Haziran ayına yakın dönemlerde tüm seviyeleri ortak sınav yapıyorlar ve o dönem sanırım diğer seviyelerin de katıldığı sınavda en yüksek notlardan birini almışım. Bir arkadaşıma hocası diyor ki, muhtemelen okuyucusu yardım etmiştir. Yani gayet ölçülebilir bir ortamda bile başarınızın kymetsizleştirilmesi. Dediğim gibi üzücü olan taraf bir süre sonra buna sizin de inanır olmanız.
İçinizde bir yerlerde öyle ya da böyle edindiğiniz ve yok edemediğiniz bir değersizlik hissi vardır. Bu aralar sıkça yaptığım gibi küçüklüğüme yolculuk ediyorum. Şöyle bir düşününce görüyorum ki kendi kendime kaldığımda kurduğum fantastik hayallerimde hep gören veya gözleri açılan biri olmuşum. Müthiş bir futbolcu, basketbolcu, film kahramanı, mühendis veya her neyse, ortak noktası bu hayallerin hiçbirinde kör değilim. Nasıl olmuşsa kör olarak bunların hiçbirini başaramayacağımı içselleştirmişim. Peki bunları konuşabiliyor muyum kimseyle? Hayır! Niye? Çok ayıp, anne-baba üzülebilir, kadere isyan olur. Zaten denediğimde ağzımın payı verilmiş. Ya diğer kör arkadaşlarımla? Nasıl yani, olur mu hiç? Tereciye teremi satacağım? İnsan hiç ulaşamayacağı şeyleri hayal eder mi?
Yani yeti farkınızı herkes kayıp olarak görüyor ama buna üzülmeniz, kaybınızın yasını tutmanız yasak. Ben niye böyle oldum demeniz, sorgulamanız yasak. Yatılı okulda ağlamanız ayıp. Hayallerinizi anlatmanız imkânsız.
Şöyle düşünün: Esasında siz ailenizin bir hatası, bir başarısızlığı, bir günahının sonucu gibi algılanırsınız etrafta gizliden gizliye çünkü öyle bir sakatlığa sahip olmaktansa ölseniz yeğdir. Hadi bunu kabul edelim derseniz de bu yarayı saklamak, örtmek zorundasınızdır. Doğru şekilde çıkarıp bakmak, pansuman etmek hoş karşılanmaz ve siz öylece sanki bu yara yokmuş gibi yaşamaya mahkûm edilirsiniz. Durumla yüzleşmezsiniz. İşte, böyle olunca da büyüdüğünüzde bu acı başka yerlerden, başka olaylardan çıkar.
Nereden nereye gelmişim yazarken. Sahi, ben ne anlatmaya çalışıyordum? Sınırlılık ve güçlü yanlarınızla kendimizle yüzleşmemizin nasıl da engellendiğini… Ortada iki garip ve kabul edilemez durum var: İlki, sağlamcı çevrenizde yeti farkınızın bir fark değil, bir eksiklik, bir kayıp olarak konuşulmadan kabulü. Öyle ki bu konuşulmayan kuralın hayallerinizi bile etkilemesi. İkincisi ise, durumu bir kayıp olarak içsel biçimde benimseseniz bile bunun yasını tutmanızın engellenmesi. Yani hem kaderin sillesini yediğinizin ön kabulü var hem de buna üzülmek yasak. İşte, bu durumda bir rol biçiliyor size: “… ama başarılı olmak. Olabildiğince yeti farkınız yok gibi normal olmak. Kör gibi, sağır gibi olmamak. Onlar gibi davranmamak. Sanki o zaman dışlanmayacağınızı düşünmek toplumdan. Yeti farkını yeti kaybı gibi kesin kabul etmek ama onu unutmaya çalışmak. Unutturmaya çalışmak. Peki mümkün mü böyle bir şey? Sizce? İşte kişiliğe vurulan hançerin asıl nedeni.
Biliyorsunuz üniversite tercih dönemindeyiz. Geçenlerde birisi Sevda’ya ulaşmış. Çocuk oldukça da yüksek bir puan almış ama ailesi diyor ki boş ver üniversiteyi gir EKPSS’ye maaşın olsun, çalışmaya başla. Ailedeki beklenti o kadar düşük ki, üniversitede istediğiniz yere girebilecek puanı alsanız bile bunun önemi yok. Nasılsa, sonunda hâlâ körsünüz. Boşuna çabalamanın ne anlamı var ki. Maalesef bunu yaşayan üniversite arifesinde birçok arkadaşımız oldu, halen var ve ileride de olacağa benziyor.
Katıldığım bir sohbet ortamında anlatmak istediklerimi harika örnekleyen bir anekdot duydum. ABD’nden Türkiye’ye gelmiş bir kör aktivist anlatıyor: “Ben, anne-babama pilot olmak istiyorum deyince çok garip karşılanıp olur mu öyle şey denilirdi bana ama kör olmayan kardeşim Noel baba olmak istiyorum dediğinde kimse bir şey demezdi”.
İşte, hayallere ket vurma tam da böyle oluyor. Noel baba olmak kör birinin pilot olmasından daha mümkün hale geliyor. Bırakın bir fırsat vermeyi, sizin bunu hayal etmenize bile izin verilmiyor. Benzer şeyi uzun yıllardır ÖSYM tüm karşı çıkmalarımıza rağmen yapmaya devam ediyor. Son birkaç yılda bakmadım ama resmi tercih yönergesinde “Kör kişiler kendilerine uygun sözel bölümleri tercih etmelidir” benzeri bir ifade vardı. Resmi olarak da bu stereotipler destekleniyor.
Her şey o kadar dağıldı ki nasıl toparlasak dersiniz? Belki de toplamamak daha iyi. Dağınıklıkları, isyanları, travmaları, hayalleri şöyle bir sere serpe koymak ortaya, tekrar düşünmek, tekrar değerlendirmek daha güzeli. Kanamayı durdurmadan yaraları sarmaya çalışmak neye yarar ki? Muhtemelen hiçbir zaman olamayacağım ve olamayacak hiç kimse yaşamı boyunca ama farklarımızı gerçekten enine boyuna düşünmek ve onlara rağmen değil, onlarla birlikte olmak istediğimiz şeylere ulaşabileceğimize inanmakla başlayabiliriz işe.
“Olmamışlığım” için bir yanıt
Yine soluksuz okuduğum bu yazı İçin teşekkürler Engin’im