Kategoriler
Yüreğimden ve Aklımdan Damıttıklarım

İçimizdeki Sağlamcılık Neden Bu Kadar Güçlü 3: Üstenci Yardımla Nasıl Baş Edebiliriz?

“Sağlamcılığa karşı çıkıp bağımsızlığı temel prensip edinirken denge nasıl kurulur? Yani, mesela, gören biri de daha çok gayret ederek ailesinden daha az yardım alabilecek durumdayken ailesinin fedakarlığı sayesinde daha az sorumluluk alabiliyor veya yine gören birinin yolda bebek arabasını merdivenden çıkarması gerekirken tanımadığı birinden yardım alması gerekebiliyor ve bu yardımı gocunmadan kabul edebiliyor. Ancak söz konusu bir kör olduğunda tanıdığı veya tanımadığı birinden aldığı herhangi bir yardım kör olduğu için alıyor diye algılandığı için bu kişi yardım almamayı tercih edebiliyor veya yardım almak zorunda kalıp sonra da kör olduğu için mi yardım ediyorlar diye düşünüp bundan rahatsız olabiliyor. Her şeyde eşitlik isterken herkes gibi yardım alabilmede de eşitlik nasıl sağlanır? Dik duracağım diye hiç yardım almamak ve kör olmasaydım da bana yardım ederlerdi düşüncesiyle sorumluluktan kaçmak arasındaki duruş nasıl dengede kalabilir?”

 

Merhabalar dostlar. “İçimizdeki Sağlamcılık Neden Bu Kadar Güçlü” yazı dizimin ilki sonrası bir arkadaşımın yaptığı Facebook yorumuydu okuduğunuz satırlar. Burada isim kullanmıyorum çünkü önemli olan olgular, kimin söylediği değil. Önce teşekkürler sevgili arkadaşım. Süreci bir dizi haline getirmem için bu yorumun ateşleyici oldu benim için. Ancak dizinin ikinci serisinde önce üstenci yardım konusunu literatür eşliğinde işlemek istedim. Tekrar anımsamak gerekirse, üstenci yardım birey istemediği halde yapılan yardıma deniyor. Verilen mesaj, “senin bunu tek başına yapman imkânsız, sen bunun için yetersizsin” oluyor. Belki yapan doğrudan bunu hissetmiyor. Salt iyilik olsun, sevap olsun diye bunu yapıyor ama duruma maruz kalan kişinin hisleri o kadar minnettar olmuyor her zaman. Duruma itiraz edilince de bu sefer yaşanan duygu şaşkınlık ve kızgınlık oluyor. Niye? Çünkü zihindeki inanç o kadar net ve açık ki, burada sağlam insan bile yürüyemezken, ben bile yapamazken, sakatın onu yapmasına yardım bir insanlık görevidir. İşte sorun da burada başlıyor. Karşıdakinin kendini ifade etmesine, yetilerini göstermesine ve var olmaya çalışmasına izin verilmiyor. Yardım eden egosunu ve maneviyatını tatmin ediyor ve harcadığı çaba karşısında da teşekkür bekliyor. Teşekkür yerine itiraz gelince de tüm bilişsel ve duygusal rutinleri sarsıldığı için önce şaşkınlıkla, sonra öfkeyle geri dönüyor. Onun inanç kalıbına göre bir şeyleri yapabilmek için illa iki göze, iki kulağa, iki bacağa, belirli bir akıl düzeyine ihtiyaç var çünkü. Bunlardan birinin bile eksik oluşu yarım insan olmak demek. Sağlamcılık kelimesini toplumun çoğu bu anlamda bilmiyor ama inançlarını sorguladıklarında bu tuzağın içinde olduklarını net bir şekilde görebilecekleri gerçeği tam karşımızda duruyor.

Bu noktada sakatlar arasında da bir kıyas var. Wang ve arkadaşlarının 2019 araştırmaları, 2015 araştırmalarına bir değişken daha eklemiş. Biliyorsunuz, geçen yazımda bahsettiğim araştırmada Mary kör bir kadındı. 2019 araştırmalarında Mary’nin yanına bir de erkek bir kurgu kör karakter eklenmiş önce. Ardından ikinci araştırmalarında da bu karakterlerin kör değil tekerlekli sandalye kullanıcısı oldukları belirtilmiş katılımcılara. Üstelik araştırmada 2015 çalışmasının tersine bu sefer Mary veya erkek karakter yardım için soru da sormuyor. Karşıya geçmek için beklerken, biri gelip onlar istemeden kollarına giriyor veya tekerlekli sandalyelerini tutup sürmeye başlıyor. Wang ve arkadaşlarının öğrenmeye çalıştığı birkaç şey var: Acaba yardım alan kişinin erkek veya kadın oluşu bir fark yaratıyor mu katılımcılarda? Sonuçlar, bir fark yaratmadığını gösteriyor. Katılımcılar kör karakter erkek de olsa kadın da olsa yapılan yardımı reddetmesi karşısında kişiyi daha sevimsiz ve antipatik buluyor. Buradaki arayış aslında kişilerin birden fazla dezavantajlı kimliğe sahip olmaları durumunda yaşadıkları ayrımcılığın ne kadar arttığını anlamak. Örneğin hem siyah hem kadın olmak, hem LGBTİ+ hem sakat olmak süreci nasıl etkiliyor sorusu. Bu konu literatürde epeyce tartışılsa da benzer durumlarda kişinin baskın olarak ayrımcılık yaşadığı, bir kimliğinin diğerlerine nazaran öne çıktığı konusundaki bulgular çok daha fazla. Yani hem kör hem kadınsan, kadın olabilmen için önce kör oluşunun üstesinden gelmen gerekiyor. Nazmiye Güçlü’nün 2004’te yazdığı “Araba Aldım Kadın Oldum” kitabı durumu gayet iyi özetliyor aslında. Nazmiye Hanım araba aldıktan sonra bir erkeğin kırmızı ışıkta dururken kendisine laf atması üzerinden anlatıyor hikayesini ve şöyle diyor: “Yıllardır sokakta yürürken sadece alay etmek amacıyla, “Bak topal geçiyor!”, “Vah vah pek de güzelmiş” gibi laflar atmıştı bana erkekler. Oysa şimdi kadın olduğum için laf atıyorlardı.” Belli ki Nazmiye Hanım’ın kadın olabilmesi için sakatlığının anlaşılmaması gerekmiş. Ancak o zaman kadın olabilmiş.

Gelelim merak ettiğiniz ikinci soruya: Üstenci yardıma maruz kalan ve buna itiraz eden bireyin kör veya tekerlekli sandalye kullanıcısı olması bir fark yaratıyor mu? Yanıt, evet yaratıyor çıkmış.  Birey körse yapılan yardıma itiraz etmesi ona olan olumsuz duyguları arttırmış. Tekerlekli sandalye kullanıcısı ise kişinin itirazı daha haklı bulunmuş ve üstenci yardım pek de hoş karşılanmamış.  Aslında Wang ve arkadaşlarının bulguları beni şaşırtmadı. Verdiğim özel eğitim dersi kapsamında okuttuğumuz Hallahan, Pullen ve Kauffman tarafından yazılan “Exceptional Learners” (İstisnai Öğrenenler) kitabının körlük konusundaki bölümde şöyle bir şey yazıyordu: “Körlük, kanser ve AİDS’ten sonra en çok korkulan üçüncü durummuş. Hâl böyle olunca kör birinin daha çok yardıma ihtiyaç duyacağı ve bir şeyleri tek başına çok daha zor yapacağı inancı garip değil. Yine de bunun böyle bir bulguyla desteklenmesi önemli diye düşünüyorum.

 

Şimdi bu kadar gevezelikten sonra arkadaşımın yorumundaki sorusu daha bir anlam kazanıyor. Sokağa tek başına çıkmanız bile başlı başına anormal bir durum olarak kabul ediliyor. Açık sözlü birisi, “sahibin yok mu” diye sorarken, güya daha entelektüel biri “böyle tek başınıza zor olmuyor mu” diye soruyor veya düşünüyor. Hele ki böyle bir durumda birinin kolunuza girmesine itiraz etmeniz en hafif tabiriyle çok anlamsız sağlamcı kodlara göre. Ben halen beyaz baston kullanamayan, tek başına dışarı çıkamayan arkadaşlarımızın cesaretini kıran en temel faktörün üstenci yardım olduğuna inanıyorum. Yolda yürürken, karşıya geçerken, otobüse binip inerken, kendi işinizi yaparken, yemeğinizi yerken yaşadığınız en iğrenç duygu gözetlenme hissidir. Sürekli acaba ne zaman biri müdahale edecek hissi berbat bir şeydir ve yollardaki, evlerdeki, tabaklardaki erişilebilirlik sorunlarından çok daha fazla zordur bu hisle baş etmesi. Tam bir şeyi yapmaya çalışırken “aman dur, ben yaparım” denmesi kendinize olan güveni altüst eder. Siz iyilik yaptığınızı düşünürsünüz ama aslında benim özgüvenime öyle bir yumruk atarsınız ki tekrar ayağa kalkmam günler, haftalar veya aylar alabilir.

İşte kimilerimiz buna maruz kalmaktansa hiç yapmamayı, kenarda kalmayı, pasif durmayı tercih eder. Susar ve konuşmaz. Oturur ve kalkmaz.  İstemiyormuş gibi yapar.  Çünkü böyle yapınca sahte bir konfor alanına kavuşur.  Kimsenin onu gözetlemediği, durup dururken yardıma teşebbüs etmediği bir alan. Gönüllü bir esaret, isteye isteye bir zincirlenme. Sağlamların her şeyi ondan daha iyi becerdiğine inandığı, inandırıldığı için, özellikle birileri varsa, çok iyi yaptığı şeyleri bile yapmaktan imtina eder. Hep daha yavaş, daha yetersiz olduğu o kadar çok satır aralarında vurgulanır ki başarıları bile aslında çocuklara övgü niteliğinde yapıldığından değersizlik hissi çok yükselir. Bu his yükseldikçe daha da içine kapanır. İçine kapandıkça daha da özgüven düşer ve kısır döngünün duvarları gitgide kalınlaşır.

O duvarı yıkmaya, o zinciri koparmaya çalışanlar ise genellikle gemileri yakmıştır. Ne olacaksa olsun deyip atarlar kendilerini derin sulara. Belki işin sonunda boğulmak vardır ama sığ sularda nefes alamamaktansa derin sularda çabalarken boğulmak çok daha çekici hale gelir. İşte sihir tam da burada başlar. O zinciri bir kez kırdınız mı, o eşiği bir kez aştınız mı size anlatılan kadar derin olmadığını anlarsınız o suyun.  Derin olsa bile orada yüzmenin o kadar imkânsız olmadığının ayırdına varırsınız. Asıl sihir burada demiştik ya, tam bu ayrıma vardığınızda artık yardım istemek o kadar da zor gelmez. Bir turistin yeni gittiği bir ülkede yol sorması ne kadar doğalsa benim de “Migros tam olarak nerede” demem o kadar doğal oluverir. Yolda kar nedenli patinaj yapan bir şoförün başkasından destek istemesi ne kadar doğalsa sesli ışığın olmadığı yerde karşıya geçmek için birinden destek istemem o kadar sıradan olur. Korona döneminde iş yerleri kapatılan bir kafe sahibinin devletten destek istemesi ne kadar haksa güvenlik kodu olmadığı için açamadığım bir sayfada “Be My Eyes” arayarak başkasından destek istemem o kadar hak haline gelir.

Yani herkes kadar benim de desteğe ihtiyacım olduğunu içselleştirebilmek için önce destek istenecek bir şeylere kalkışmakla başlamak zorundayız işe. Hemen güncel bir örnek vereyim. Son iki haftada yeni bir sesli sosyal paylaşım uygulaması gündeme düştü birden. Adı “Clubhouse”. Uygulamanın bazı erişilebilirlik sorunları var. En önemlisi parmak kaldırdığınızda size söz verilirse konuşmacı olarak katıl düğmesinin ekran okuyucuyla erişilemez oluşu.  İlla yeni bir uygulama kullanmaya meraklı değilim fakat yine de iki yoldan birini tercih edebilirdim. Zaten bu uygulama gereksiz diye vazgeçmek veya yeni bir şeye kalkışmak. Ben sorunu çözmek için ekranın resmini çekip bir yapay zekâ uygulamasında resim tanıma özelliğini kullandım. Fotoğrafı keşfet dediğimde gördüm ki “Join as Speaker” adındaki pup up mesajı ekranın tam sağ üst köşesinde güç düğmesinin oralarda bir yerde çıkıyor ama “Voice Over” bunu okumuyor. Ben de o ekrana gelince “Voice Over”ı kapatıp ekranın sağ üst köşesine dokunmayı denedim. Sonuç olumluydu. Burada çıkan mesajdaki düğmenin nerede olduğu konusunda destek de alabilirdim ve o destek beni aciz göstermezdi çünkü zaten erişilebilir olmayan bir şeyi kullanmanın bir yolunu araştırıp kullanma teşebbüsünde bulunmaktı önemli olan. Ben desteği daha erişilebilir bir şeye kavuşmanın yolu olarak kullandım.

Şunu unutmayalım: İnsan, dünyanın en zayıf ve güçsüz canlılarından biridir. Doğduğunda bir bebeği tek başına bırakamazsınız, yaşayamaz.  Büyüyüp kendine yetebilmesi için yıllara ihtiyacı olacaktır. Pek azımız tek başına bir Robinson Crusoe gibi hayatta kalabilir. Kendi suyumuzu ve elektriğimizi üretemeyiz. Bağımsız olabilmek için birbirimize ihtiyacımız var. Fakat herkesin ihtiyacı farklılaşabilir. Önemli olan bunu özümsemek. Bina karanlıksa bir sınıfın önünde acaba burası hangi sınıftı diye soran gözlerle kalabilir bir arkadaşım. Onun ihtiyacı bir lambadır o an.  Ben de bir sınıfın kapısında Braille tabela olmadığı zaman destek istemek zorundayımdır. Benim ihtiyacım da Braille bir levhadır o an. Her ikimizin ihtiyaçları farklıdır ama bu ihtiyaçlar beni veya arkadaşımı diğerimizden daha sağlam veya eksik yapmaz.

İşte tam da bu inancı içselleştirmenin yolu önce harekete geçmektir. Yani önce o sınıfın önüne kadar gitmek, bir şeyi yapmaya teşebbüs etmektir. İlk kez yemek yaptığınızda muhtemelen o yemeği yakar veya çiğ bir şey yersiniz ama denemeye devam etikçe kendi yolunuzu bulursunuz. Sonrasında, yemekteki bir şeyin miktarını öğrenmek için destek istemek, arkadaşınıza yeni tarifler sormak size kendinizi aciz hissettirmez çünkü bilirsiniz ki mutfakta olan sizsiniz. İstediğiniz, herkes kadar destektir yalnızca. Otobüste giderken “şu durağa gelince haber verir misiniz” demek bir yetersizlik hissinden çıkar çünkü siz zaten yola çıkmış nerede ineceğinizi bilen biri olarak erişilebilirlik eksikliği nedeniyle hakkınız olan desteği talep ediyorsunuzdur. Tıpkı bir turistin tüm anonsların Çince olduğu bir otobüste ineceği yeri öğrenmek için şoförden destek istemesi gibi.  Tam da bu yüzden, üstenci yardımla baş etmenin yolu önce her ne olursa olsun bir şey yapmak, onu yaparken de başkalarının kodlarıyla değil, kendi inancınızla hareket etmeye başlamaktır. Bunu yaparsanız o zaman arkadaşımın deyimiyle herkes kadar destek istemek hayatın doğal akışının bir sonucu haline gelir, acizliğin değil. Destek ve dayanışmanın yardımdan en büyük farkı bir hiyerarşinin olmayışıdır. Hepimizin her insan kadar birbirimizle dayanışmaya, birbirimizin desteğine ihtiyacı olduğu kuşku götürmez. Dedim ya bizi bağımsız yapan birbirimizin destekleri. Yardımda ise alanın verene minnet duymasının beklendiği bir ast-üst ilişkisi söz konusudur. Yardım alan kendine verilene razı olmalıdır. İtiraz etmesi nankörlüktür. Kararlara dahil olamaz. O yardımı alamazsa kendini çaresiz hisseder. Başka şansı yoktur. Destek ve dayanışmada ise bireylerin karşılıklı birbirlerini beslemesi, güçlendirmesi, birlikte ilerlemesi vardır. Alternatifler, başka çareler vardır. Elbette burada da teşekkür vardır, mutluluk vardır ama bu, ast-üst ilişkisine dayanmayan insancıl bir eylem olarak gerçekleşir.

Kısaca, üstenci yardımla baş etmenin yolu, aslında her ne yaparsanız yapın, destek enstrümanlarını çeşitlendirmekten geçer.  Buna en güzel örnek bence son dönemde çıkan “Be My Eyes” uygulaması. Geçen televizyonda yine kanallar bozulduğunda, komşuya gidip yardım istemektense “Be My Eyes” ile binlerce insan arasından birinden destek almak çok daha rahatlatıcı bir durumdu çünkü biliyordum ki zaten o çağrıya müsait olan biri yanıt verir. Tek bir kişiye muhtaç hissetmem kendimi. Sokağa çıktığımda erişilebilir bir navigasyon uygulaması kullanmak çok daha güçlendirici çünkü bu sayede gittiğim yere ulaşırken birden fazla yöntemi kontrol edip destek alsam bile onu gerçekten en kolay alabileceğim noktada isteyebilirim. Bilgisayarda bir sunum hazırladıktan sonra görsel kontrol için destek istemek tüm sunumu yazması için birinden yardım istemekten çok daha anlamlı çünkü işin çoğunu kendimin yaptığını bilirim. Yani sevgili arkadaşım, sen bebek arabanla yola çıktıysan eğer, merdivene geldiğinde birinden destek istemeyi sorun etmezsin zaten. Ya da bunu sorun edenlere gülüp geçersin ama o yollar çok tehlikeli, asla kendi başına çıkma sözünü dinlediğin ve buna inandığın an, işte o zaman içindeki sağlamcılığa yenik düşersin.

“İçimizdeki Sağlamcılık Neden Bu Kadar Güçlü 3: Üstenci Yardımla Nasıl Baş Edebiliriz?” için bir yanıt

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir