Kategoriler
Yüreğimden ve Aklımdan Damıttıklarım

Gözetlenme ve Görünmezlik Arasındaki Yaman Çelişki

“Freak Show” kavramını duydunuz mu hiç? Türkçesi ucube gösterisi. Küçük bir internet araştırması yaptığımızda ucube gösterilerinin özelikle 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da pek yaygın olduğunu görüyoruz. O kadar popülermiş ki Kraliçe Victoria bile bayılırmış bu gösterilere. Peki, kim bu ucube diye etiketlenenler? Anatomik olarak farklılıkları olanlar. Sağlamcılık bakış açısıyla bozuk olanlar yani. Kolları, bacakları olmayanlar, fazla kıllı kadınlar, birden fazla cinsel organı olanlar veya hiç olmayanlar, aşırı iri göğüslü veya kalçalı kimseler, siyam ikizleri, devler veya cüceler… Kısaca toplumda tipik olarak görülenden farklı olan herkes. “Çatlak Zemin” yazarlarından Merve Çeltikçi ucube gösterilerini ve günümüzdeki yansımalarını ele alan harika bir yazı kaleme almış 2020 yılının mayıs ayında. Aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.

https://www.catlakzemin.com/eglence-malzemesinden-motivasyon-kaynagina-ucubeler-ve-engelliler-baglaminda-tetra-amelia-sendromu/

Çeltikçi bu yazısında 19. ve 20. yüzyıllarda ucube olarak değerlendirilen insanların bugün ağır engelli veya sakat olarak nitelenmelerini de anlatıyor ve aslında bugünkü engelli motivasyon konuşmalarının dünün ucube gösterilerinin neden bir devamı olduğunu muhteşem biçimde ele alıyor.

Benim bu yazıdaki derdim ise başka. İnsanlar kendilerinden farklı olanları -ama gizli, ama açıktan açığa- neden röntgenliyor sürekli sizce? Diğer taraftan da bu kişilerle etkileşime girmekten, doğrudan muhatap olmaktan niçin fellik fellik kaçıyor? Yani yazının başlığına dönersek hem göz altında sergilenip hem görünmez nasıl olabiliyoruz?

EEEH dergi satırlarında Temmuz 2015 ve 2018 arasında “Görünmez Körlerin Kaderle İmtihanı” başlıklı bir yazı dizisi oluşturmuştum. Sanırım 5 veya 6 yazı var bu dizide. Genel olarak sokakta, kurumlarda ve işyerlerinde nasıl ve neden görmezden gelindiğimizi birçok örnekle ele almıştım. Görünmezliğin nedenlerini açıklarken de birkaç önemli noktaya temas etmiştim. Bunlardan ilki anlamsız empati duygusunun yarattığı yanlış inançtı. Örneğin, “5 dakikalığına gözümü kapasam ne olur?” Yanıt çok basit aslında. 5 dakikalığına görmekten yoksun bırakılmış kör olmayan biri olursunuz, kör olmazsınız fakat insanlar bu anlamsız deneyimi kör veya sağır olmakla ya da tekerlekli sandalye kullanıcısı olmakla bir tuttukları için durum kendilerine korkunç geliyor. Bu korkunç durumla açıktan açığa yüzleşmemek için de mümkün olduğunca açık iletişimden uzak durmayı tercih ediyor.

Açıklamaya çalıştığım ikinci neden ise önyargılar ve bilişsel tembellik olgusuydu. İnsanlık yaşamını sürdürebilmek için sınıflamalara ihtiyaç duyar. Her şeyi belirli özelliklerine bakarak sınıflandırıp ona karşı ne yapacağına hızlı karar verir. Evrimsel olarak bu sayede hayatta kalmış olsa da bugün bir işyerinde, sokakta veya evde aynı şeyi bir kişinin sırf bedensel ve zihinsel özelliklerine bakarak yaptığında, benim yeti farklılığı dediğim, onun ise sakat, ucube, ibretlik, engelli, özürlü ya da her neyse o olarak adlandırdığı kişilere yapıştıracağı etiket bellidir: Eksik, kusurlu, zavallı, beterin beteri… Bozuk ve son kullanım tarihi geçmiş bir ürünle karşılaştığınızda nasıl ondan kurtulmaya çalışıyorsanız bu şekilde bir insanla karşılaştığınızda da günlük rutinleriniz ve hayatla başa çıkma pratiklerinizin bu kişileri kapsamayacağını düşündüğünüz için uzak durma ve görmezden gelme eğiliminde olmanız doğal görünüyor.

Bizi görünmez kılan daha birçok sebebi irdelemek mümkün ama gelin bir de aynı zamanda bir sirk hayvanı kadar insanları ucube diye gördükleri kişileri gözetlemeye iten nedenlere bakalım beraberce. Sirk hayvanı terimi abartılı gelmişse şunu da anımsatayım, özellikle 19. Yüzyılda kimilerini sirk hayvanlarıyla birlikte sergiliyorlarmış bazı ucube gösterilerinde. Peki nedir farklılıkları olanlara karşı bu saplantılı ilgi, haz ve merakın sebebi?

Merve Çeltikçi yaptığı literatür taramasında güzel bir nedenden söz ediyor: Korku… “Ya bu benim de başıma gelirse? Ya bana da bulaşırsa?” Bu yüzden belki de 19. ve 20. yüzyıllarda ucube gösterileri izleyen ile izlenenin birbirinden uzak olduğu noktalarda yapılıyordu. Yine de insanlar korktukları bu farkları izlemekten kendilerini alamıyorlardı. İşin korku kısmı uzak durmayı bir noktaya kadar açıklıyor. Öte yandan, gözetleme merakını açıklayan nedenlerden birisi, bence, ibret alarak kendi öz bütünlüğünü koruma motivasyonu. Dini açıdan bakanlar için kendinden farklı ve kusurlu insanlar bir haline şükretme aracı. “Bak, ne insanlar var hayatta. Ya öyle olsaydım? Böyle şeylerin başıma gelmemesi için ne yapabilirim?” Bilimsel açıdan bakanlar için bir analiz meselesi: “Niye bu insanlar böyle oldu? Biz hangi açılardan onlardan üstünüz?” Neden hep kendini üstün diye gören ırk ve kişilerin aşağı görenleri incelediğini, kategorize ettiğini düşündünüz mü? Sağlam ve bozuk ikilemi nasıl ortaya çıkmış olabilir sizce? Yani kısaca insanlar farklı eğitim düzeyi ve düşünceye de sahip olsalar, kendilerinden farklı olanları, onlar gibi olmamak için izliyor biraz veya onlara bakarak kendine olan inancını ve güvenini tazeliyor. Böylece normali, sağlamı ve bozuk olanı inceleyerek ve sınıflandırarak inşa ediyor.

Gözetlemeyi en iyi açıklayan dürtü ise merak. Bir plajdasınız. Herkesin mayo, bikini veya şort giydiği bir ortamda paltosu ve botlarıyla birini gördüğünüz an ister istemez dikkatinizi çeker. Ona bakmaktan alamazsınız kendinizi ama pek azınız gidip onunla konuşma cesaretini gösterir. Uzaktan merak edip kendi çıkarımlarınızı yapmak daha gizemlidir çünkü. Olayın basit bir açıklaması olmasını istemezsiniz içten içe. Kendi mit ve hayallerinizi yaratmak daha çekicidir. İşte bu da farklı olanı kalabalıklar içinde mercek altında ama görünmez yapar. Aynı şeyi otobüslerde çok yaşarım. “Pardon, Çarşı Durağı’na gelince haber verir misiniz?” Eminim o sırada herkes bana bakıyordur ama nedense birinden yanıt almak için akla karayı seçerim. Bu, tam bir görünmezlik halidir.

Daha önceki yazılarımda değindiğim üstenci yardımın tam tersi bir durumla karşı karşıya kalabiliriz. Buradaki mesele aslında tercihin birey olarak bize bırakılmaması. Kişilerin ne zaman ve ne kadar bizimle muhatap olacakları kararını bize rağmen alması çünkü üstenci yardım da aslında bir gözetleme sonucu bizi görünmez yapan bir unsur. Nasıl mı? Sokakta veya evde yanınızdaki kişi gözlüyor. Bir şeyi kendinden farklı yaptığınızı gördüğü an müdahale gereği duyuyor çünkü o an karşısındaki şey kafasındaki şablondan farklı. Yapılan işlemin sonucunu beklemiyor. Sonucun aynı kapıya çıkacağını tasavvur bile edemiyor.  Kendince bozuk olanı düzeltme ihtiyacı duyuyor. Bu da sizin yetilerinizi yok sayma anlamına geliyor ve aslında yine sizi görünmez yapıyor.

Sonuç olarak gözetleme iki sonuca yol açıyor. Ya kişi sizi tamamen görmezden gelip kaçınıyor ama alttan alta merakına yenik düşüp bakmaya devam ediyor ya da sizi kendinden eksik ve kusurlu olarak gördüğü için özel alanınıza destursuz girme hakkını kendinde buluyor. Her iki durumda da sizin yaşadığınız şey aslında aynı: Görünmezlik… Birinci durumda kelimenin gerçek anlamında görünmez oluyorsunuz çünkü sesiniz duyulmuyor ve söyledikleriniz dikkate alınmıyor. İkinci durumda ise bu sefer doğrudan benliğiniz hedef alınıyor ve yaptıklarınız önemsizleştirilerek başka bir şekilde görünmez yapılıyorsunuz. Bir arkadaşımın geçenlerde paylaştığı üzere bir süs eşyası, bir biblo kimliğine büründürülüyorsunuz.  Yani, dostlar, dışarıdan bakılınca yaman bir çelişki gibi görünse de farklı olanları görünmez yapan en önemli unsurlardan birisi gözetleme ve röntgenleme.

  1. ve 20. yüzyıldaki ucube gösterilerine olan ilgi, insanların farklı ve kendilerinden aşağı olarak değerlendirdikleri insanları izlemekten garip bir haz aldıklarını gösteriyor. Merve Çeltikçi’nin de belirttiği gibi aslında bugün değişen bir şey yok. Aynı hazzı almak için bugün de engelli ama ne kadar da başarılı ne kadar da azimli hikayeleri epeyce bir ilgi çekiyor. Ben bile yapamazken, o nasıl yapıyor duygusu bir çeşit hayranlık yaratıyor. Sakat birinden beklenen yetersizlik ibareleri gösterirseniz de bu sefer kişilerin kendilerine olan saygılarını arttırmanın bir aracı oluyorsunuz çünkü beterin beteri olarak sizin gibi olmadıklarına şükretmelerini sağlamış oluyorsunuz. Farklı olanlar nitelikli işler de yapsa, çaresizce yardım da istese, sıradan olamıyorlar bir türlü. Farklılıkları onları gözetlemeyi meşru kılıyor adeta. Bu meşru durum da biz farklı olanların gerçek hedef ve ihtiyaçlarını görünmez kılıyor. Önce insanların meraklarını tatmin etmemiz ve onları ikna etmemiz, sonra vakit ve sıra gelirse gerçek kendimizi anlatmamız gerekiyor.

Çözüm ne derseniz, yanıtı kolay değil. Kimseye merak etme diyemeyiz. Merak keşfetmenin de bir yolu ne de olsa. Buradaki asıl sorun da merak değil aslında. Kişiyi tek bir farklılığından ibaret görmek. Örneğin bir kişi yazar veya müzisyen olabilir. Peki bunun ardına neden bir sıfat getirmek zorunda hissederiz kendimizi? Kör veya kadın yazar dediğimizde yazarlığından ne eksilir veya ne fazlalaşır? Sevgili eşim Sevda bir olay anlatmıştı bir ara. Otobüste bir bebek Sevda’nın uzun saçlarını görünce ilgisini çekiyor ve kucağına geliyor. Sevda onu severken, bir amca yanına yaklaşıyor ve fısıldıyor kulağına: “O esmer, esmer.” Yani bebek zenciymiş aslında.  O anki bağlamda bunun ne önemi var sizce? Sıfatlar yaptığımız işin, her şeyden önce insan oluşumuzun önüne geçtiği müddetçe, meraklı gözlemlerimiz daha çok önyargı ve görünmezlik hikayeleri yazılmasına vesile olmaya devam edecek ne yazık ki. Merakları gidermenin başka bir yolu daha var oysa. Çeşitliliklere alan açmak. Onları habersiz dikizlemek yerine kendilerini daha çok ifade edebilecekleri ortamlar yaratmak. Kendi mitlerimizle yanlış sonuçlar çıkarmak yerine önce farklı insanları, insan olarak tanıyıp öğreneceklerimizi doğal akışına bırakıp gerçek manasıyla kavramak. Evet, belki daha çok emek ve zaman gerektiriyor ama yeni insanları hakiki şekilde tanımak için değmez mi sizce?

 

Yararlandığım Kaynaklar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir