Kategoriler
Yüreğimden ve Aklımdan Damıttıklarım

Akademik Sağlamcılık Günlük Önyargıları Ne kadar Aşabiliyor?

Körler daha az mı kansere yakalanır? Depresyondan ne haber? Galiba halüsinasyon da göremediğimiz için şizofreniye hiç rastlanmıyormuş bizlerde. Vay be, ne muhteşem insanlarmışız da haberimiz yok! Diğer taraftan körler cinsel yönden daha az tatmin oluyormuş. Kadınlar adet düzensizlikleri yaşıyor, kör erkekler de daha az sperm üretiyormuş, Kenneth Jernigan’ın bize aktardığı eski bilimsel araştırmalara göre.

Tüm bunlar komik mi geliyor size? Pek de komik değil. Üzerine birçok şey yazılıp çizilen, bilimsel makale ve araştırmalara konu olan sadece birkaç çalışmadan söz ettim size. Belli ki akademik sağlamcılık iş başında ve bir inceleme alanı olarak farklı bir grup buldular mı öncül varsayımlarla çok az katılımcı üzerinde analizler yapıp sonuca varmayı pek seviyorlar.

Sanırım biraz sert başladım bu sefer. Ancak gün geçmiyor ki yukarıda okuduğunuz satırlara benzer çok haber görmeyelim. İşin kötü tarafı bu haberler bir bilimsel makaleye dayandırılıp ortada çok ciddi bir bulgu varmış gibi popüler bilim yapmanın ötesine geçemiyor. Ayrıca, çoğu da mevcut önyargıların bilimsel ifadesi olma niteliğini aşamıyor.

Gelin durumu örneklerle açıklayalım. Ara ara duyarsınız körler daha az kansere yakalanıyormuş diye. Bunu belirli istatistiklere de dayandırıyorlar. Mevcut kanser hastaları arasındaki kör oranına bakıyorlar mesela.  Haliyle sayı az çıkınca bakın dediğimiz çıktı diyorlar. Kanserle ilgili açıklama şu: Melatonin hormonu ışığa duyarlı hücrelere göre şekilleniyor. Işık azsa melatonin artıyor, ışık fazla ise azalıyor.  Varsayıma göre körler karanlık bir dünyada yaşadıkları için ışığı hiç alamıyorlar ve bu da bağışıklığı arttırıcı özelliği bulunan melatoninin daha çok salgılanmasına neden olduğu için kanseri azaltıyor. İlk bakışta nasıl da haklı gibi duruyor, ne dersiniz? Yalnız minik bir sorun var. Işığın yalnızca göz organı tarafından alındığını nereden biliyoruz? Örneğin, gündüz vakti D vitamini almamız için el ve yüzün bir süre güneşte kalması öneriliyor. Derideki diğer hücreler ışığı alamıyor mu? Mesela kör biri plajda güneşlenmek istese, boşuna mı yapmış olur bunu? Yine de çok daha az mı melatonin salgılar vücudu?

Okuduğum bir kanser araştırması bulgularını doğrulamak için ilginç bir örnek de veriyor. Köstebekler daha uzun yaşıyorlarmış diğer kemirgenlere göre. Bunu okuyunca “köstebek” yazdım Google arama alanına. Toprağı kazarak yerin altında ömürlerinin çoğunu geçiren gözleri körelmiş hayvanlar şeklinde görünüyor özellikleri. Yani bu hayvanlar hep yerin altında yaşadıkları için ışığa maruz kalma olasılıkları yok. Bizim de gözlerin kör olması yönüyle köstebekle aynı koşullarda yaşadığımızı var sayıyor yani bilimsel bulgular.  Hiç dışarı çıkamayan, kör olduğu için başka hiçbir kaynaktan ışık alamayan tipler. Hal böyle olunca da karanlık dünyamızda uzun ama mutsuz ve hayalsiz bir hayatı sürdürüp gidiyoruz görünüşe bakılırsa.

Mutsuz ve hayalsiz de nereden çıktı derseniz böyle söyleyen araştırmalar da var. Bunlardan son dönemde popüler olanı doğuştan kör olanlarda şizofreni görülmediği. Zaten bilim insanları arasında yaygın olan bu inancı Morgan ve arkadaşlarının 2018 araştırması destekliyor gibi görünüyor. Morgan ve arkadaşları (2018), 1980 2001 yılları arasında batı Avusturalya’da doğan 467945 çocuğun verilerine bakıyorlar. Bulgularına göre 1870 çocukta şizofreni görülüyor.  Buna karşın 66 doğan kör çocuktan hiçbirinde şizofreniye rastlanmıyor. Bunu da döğüşten kör olanların şizofreni olmayacakları sonucu olarak görüyorlar. Her şeyden önce, istatistiki olarak bile ortada bir sorun yok mu sizce? 467 bini aşkın çocuk içinde şizofreni olanların oranı %0,4. Buna göre 66 kör içinde zaten bu oran tutsaydı en fazla 3 kişide şizofreni olması gerekirdi. Sadece oranlara bakarak bu tezi doğrulamak ne kadar doğru meseleyi takdirinize bırakıyorum.

Benim burada sorguladığım şizofren olmak veya olmamak değil. Bunun nedeni olarak gösterilen olgular. Konuyu derinlemesine incelediğimde buna neden olarak gösterilen olgulara takıldım. Düz mantıkla şöyle bakılmış: Şizofren insanlar bir hayal dünyası kurgular, halüsinasyonlar görür. Hayallerin olduğu bir bilişsel yapı kurgulamak için göze ihtiyaç vardır. Körler, gözden yoksun oldukları için yeterince zengin bir hayal güçleri olamayacağından onlarda şizofreni rastlanmaması gerekir. Zaten olaya böyle bir varsayımla başlıyorsanız istediğiniz sonucu almak için bir yol bulursunuz.

İlk bakışta güya güzel bir şey duyduğunuzu sanıyorsunuz. “Ah! Ne iyi, kansere yakalanmıyoruz, şizofren değiliz.” diyor olabilirsiniz fakat bunların altındaki varsayımlara baktığımızda durum değişecek. Maalesef koca koca bilim insanları araştırmalarına başlarken sokaktaki önyargılarla başlıyorlar işe: Körler karanlık bir dünyada yaşar, kendisine verilenle yetinir, rüya göremez, hayal kuramaz.

Bunları yazarken aklıma 2005’te tamamladığım yüksek lisans tezim geldi. Oradaki literatür taramasında bir şeyler okurken hep otobiyografik belleğin oluşumunda göz ve görselliğin ne kadar önemli olduğu yazıyordu çünkü insanlar bir anılarını hatırlarken, görme ve onun çevresindeki modellere çok fazla referans veriyorlardı. İşe bu açıdan bakarsak da kör insanların yeterince anı biriktiremeyecekleri gibi bir varsayım ortaya çıkıyordu. Bunun için kör ve gören otuzardan fazla katılımcıyla otobiyografik bellek testini yaptığımızda sonuçlar hiç de öyle çıkmamıştı. Anılar ve hatırlanmaları açısından kör ve gören katılımcılar arasında anlamlı bir fark çıkmadı. Üstelik kör katılımcılar da “olayı zihnimde görebiliyorum” sorusuna oldukça yüksek yanıtlar verdiler. Bu, bazılarında şaşkınlık yaratabiliyor fakat bana gayet doğal bir durum olarak görünmüştü. Nedeni açık, beynin görme merkezini çalıştıran tek şey göz organı değil.

Körler de işitsel, dokunsal, koku, tat gibi duyularını kullanarak bunlardan farklı bir model yaratıyor beyinlerinde: Uzamsal hafıza. Yolda yürürken, bir yere gittiğinde, herhangi bir alanı keşfederken bu uzamsal hafızadan çok fazla yararlanıyor. Uzamsal sistem oluşurken, emin olun, görme merkezi de işin bir parçası. Bir odanın geniş mi dar mı olduğu, içinin boş mu dolu mu olduğu gibi kavramlardan körler de en az kör olmayanlar kadar haberdarlar yani. Bu nedenle körlerin hayal dünyası geliştiremedikleri için şizofren ve benzer durumlar yaşamadıkları var sayımı sokaktaki önyargıların bir tezahüründen fazla önem arz etmiyor, benim penceremden abkıldığında. Oranlar dışında daha fazla ve elle tutulur çalışmaya ihtiyaç var böyle şeyleri söyleyebilmek için.

Anlaşılan o ki şizofren olmuyoruz ama bolca depresyona giriyoruz. Körlerde depresyon oranlarının çok daha yüksek olduğunu gösteren epeyce araştırmaya basit bir aramada bile rastlamanız mümkün . Bunlardan bir tanesi Osaba ve arkadaşlarına ait. Osaba ve arkadaşları (2019) 2016 haziran ve 2017 haziran ayları içerisinde Arjantin Kordoba hastanesindeki göz merkezinde körlük teşhisi alan 41 hastayı incelemiş. Bu kimseler zamanla görmelerini kaybediyor. Tabi böyle olunca da kaygı düzeyleri, güvensizlik hisleri, bağımlılıkları artıyor. Bu de depresyona yol açıyor. İşte Osaba ve arkadaşlarının araştırmaları bunu doğruluyor. Körlük ve depresyon arasında bir ilişki var ama durun bir dakika, işin içine bir değişken daha koymuşlar: bağımlılık ölçeği. Kişilerde depresyon hissi yaratan aslında körlükten çok yaşadıkları bağımlılık hissi. Günlük yaşamınızda ne kadar başkalarına daha bağımlı olacağınızı düşünüyorsanız depresyon oranı da o kadar artıyor. Ancak makalede baştan zaten şu ön kabul var: Körlük başlı başına bağımlılığı arttıran bir unsurdur. Durumu buradan okursanız da depresyon, körlüğün kaçınılmaz bir sonucu gibi görünüyor. Sokaktaki birinin size bakıp ne kadar da hayat dolusunuz diye şaşırmasıyla buradaki yaklaşım arasında ne fark var sizce?

Kordoba hastanesindeki makaleyi okurken, aklıma bir başka soru daha geldi. Paralel bir evren kursak, burada da 41 tane kişinin bu sefer gözlerini açsak ve birden görüyor olsalar. Acaba onlarda nasıl bir duygu gelişirdi? Bugüne kadarki tüm hayatınızın bir anda değiştiğini, tüm alışkanlık, yaşam pratiklerinizin yeniden oluşması gerektiğini varsayın. Hakikaten Türk filmlerindeki gibi mi olacağını sanıyoruz? Acaba bu kişilerin depresyon oranlarına bakılma şansı olsa neler çıkardı ortaya?

Anlatmaya çalıştığım şey travma denen olgu. Bir kimsenin günlük rutin ve yaşam pratiklerini bir anda tepe taklak değiştirirseniz, ortaya çok hoş şeyler çıkmayacaktır ilk zamanlarda ama sonra kişinin bu yeni durumla yaşamaya alışma pratiğine bağlı olarak süreci yönetmesi kolaylaşacaktır. Yani aynı araştırmayı kör olanlarda değil de başka bir hastalığa yakalananlarda da yapsalardı o zaman bir karşılaştırma şansımız olurdu. Ayrıca bağımlılığın körlüğün kaçınılmaz bir sonucu olmadığını hep anlatıyoruz farklı mecralarda. Tüm kitapların erişilebilir formatlarda hazırlandığı, bina içi ve dışı navigasyon sistemlerinin geliştiği, tüm filmlerin betimlendiği, tüm yazılım ve donanımların erişilebilir yapıldığı bir ortamda körlüğün başkalarından daha fazla nasıl bir bağımlılık yaratacağını düşünüyoruz?

Belki bu satırları okurken aklınızdan “ne de meraklıymış bu herif kanser ve şizofren olmaya” diye geçebilir. Körlerde depresyonun çok daha fazla görülmesi gayet doğal bir durum gibi görünebilir bazılarınıza. Kimileriniz de bilimsel araştırmalara kuşkuyla baktığım için beni linç edebilir. Yine de bir kulak verin isterseniz. Mesele kanser, şizofren veya depresyon değil. Mesele bunların altında yatan varsayımlar. Kanser bulguları körlerin ışıksız ortamlarda yaşadığı karanlık dünya ön yargısından besleniyor. Şizofreniyle ilgili çıkış noktası hayal gücü ve görme arasında doğrudan bir bağ olduğu var sayımından yola çıkıp, körlerin rüya dahi göremeyecekleri ön yargısının sadece bir tık ötesine geçebiliyor. Depresyon araştırmaları ise zaten körlüğün başlı başına bir bağımlılık, yetersizlik durumu olduğu kabulüyle başlıyor işe. Yani buradaki önyargılar, sizi işe veya okula kabul etmeyen, banka ve noterlerde tek başınıza işlem yapmanıza izin vermeyen, öğretmen, hâkim, eczacı ve türlü meslekleri icra etmenizin mümkün olmadığını söyleyen ön yargılardan farklı değil. Sizi refakatçisiz uçağa bindirmeyen, tek başınıza oy kullandırmayan eğlence parklarına almayan yasa ve yönetmelikler de hep benzer önyargılardan beslenerek ortaya çıkıyorlar.

Karşı olduğum bilimsel araştırmalar da değil ve olamaz elbette. Ancak bu araştırmalar daha baştan sizi bir azınlık olarak inceleme alanı gibi görüp tüm hipotezlerini toplumda yıllardır var olan ön yargılara dayandırarak kuruyorlarsa alınan sonuçların daha fazla sorgulanması gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Ayrıca bilim insanlarının çok daha dikkatli olması şart çünkü buralardaki bulgular, sonrasında çıkabilecek yasa ve yönetmeliklere kaynaklık etme potansiyeline sahip. Bu yüzden de kişinin tek bir yeti farkına bakıp ona belli anlamlar yüklemeye çalışmak ilerisi için çok daha yanlış sonuçların çıkmasına neden olabilir. Kimse sarışın ve esmer kişilerde depresyon diye bir araştırma yapma gereği duymuyor, örneğin. Kısa ve uzun boylu insanların kansere yakalanma oranlarını karşılaştırmıyor büyük olasılıkla. Çekik gözlülerde veya kıvırcık saçlılarda şizofreni diye bir yazı okumadım. Söylediklerim yine çok saçma ve alakasız geliyor sizlere belki fakat sadece durup biraz daha düşünün istiyorum. Körlük, sağırlık ve diğer durumlar sadece bir yeti farkı. Tabii ki hayatımızda etkilediği pek çok nokta var ama bu da başka özelliklerden birisi sadece.  Toplamımız değil. Bir bütünün parçası ve o bütünü oluşturan diğer elemanlarla birlikte bir orkestra oluşturuyorlar, tek başlarına değil. Bir kimse ne tek başına kör veya sarışın oluşundan ibaret, ne de buna rağmen o kişi.

Hayatımızda yaşadığımız birçok önyargı, tek bir özelliğimize bakarak bizi inşa eden anlam arayışlarından kaynaklanıyor. O nedenle akademik ve bilimsel alanda da her şeyden önce sağlamın bozuk olanı incelediği, sınıflandırdığı çalışma mantığından kurtulmak ilk hedefimiz olmalı. Bizler bizzat bu alanlarda da var olup başka perspektiflerin de mevcudiyetini gösterebildiğimiz ölçüde kırabiliriz bu sağlamcı bakış açısını. O güne dek, siz siz olun sağda solda popüler olarak duyduğunuz yeti farkı olanlarla ilgili bilgi kırıntılarına hep kuşkuyla yaklaşın.

Yararlanılan Kaynaklar

Görme Engelliler Neden Kansere Yakalanmıyor?
https://www.haberler.com/gorme-engelliler-neden-kansere-yakalanmiyor-10161444-haberi/#:~:text=Bir%20T%C3%BCrk%20doktorun%20%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1%20g%C3%B6steriyor,sebebi%20karanl%C4%B1kta%20salg%C4%B1lanan%20bir%20hormon.
Erişim Tarihi: (27/02/2021)

Körlük, Toplum Bizim Karşımızda Mı? Kenneth Jernigan 3 Temmuz 1975. Çeviren Amine Ennur Aksoy, Soner Çoban. EEEH dergi Sayı 84, Şubat 2021
http://eeeh.engelsizerisim.com/yazi/korluk_toplum_bizim_karsimizda_mı
Erişim Tarihi: (27/02/2021)

Köstebekgiller.
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6stebekgiller
Erişim Tarihi: (27/02/2021)

Morgan, V. A., Clark, M., Crewe, J., Valuri, G., Mackey, D. A., Badcock, J. C., & Jablensky, A. (2018). Congenital blindness is protective for schizophrenia and other psychotic illness. A whole-population study. Schizophrenia research202, 414-416.

Osaba, M., Doro, J., Liberal, M., Lagunas, J., Kuo, I. C., & Reviglio, V. E. (2019). Relationship Between Legal Blindness and Depression. Medical Hypothesis, Discovery and Innovation in Ophthalmology8(4), 306.

The Curious Link Between Blindness and Schizophrenia
https://www.psycom.net/blindness-and-schizophrenia/#:~:text=Over%20the%20course%20of%20the,people%20from%20developing%20the%20condition.
Erişim Tarihi: 27/02/2021

YILMAZ, E. (2005). Phenomenology of autobiographical memory in blind and sighted individuals. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi SBE.
https://www.sendspace.com/pro/dl/yigwyu
Erişim Tarihi: 27/02/2021

 

“Akademik Sağlamcılık Günlük Önyargıları Ne kadar Aşabiliyor?” için 3 yanıt

Enginciğim çok doğru çok mantıklı bir yazı. Soluksuz okudum.
İzninle paylaşacağım. Ve dilerim çok fazla insan okur.

Meraba
Blogunuzu Nilay Örnek’ten öğrendim.
Podcasti dinledim ve etkilendim. 84. Dakikada söylediklerinizi çok samimi buldum. Bir önceki yazınıza yani ilk yazınıza yorum yazacaktım yorum kısmı pasifti.
Blog yazmaya karar vermenize çok sevindim ve devamını dilerim.
5 yıldır blog yazıyorum ve aldığım mesafeyi 20 yılda alamazdım. Okumak anlaşılan yorumlamak yazmak çok felli bir deneyim.
Ben bu zaman kadar kimsenin yazmayı önerdiğini duymadım ki ben okuyan herkese yazmayı oneriyorum. Okuyorsanız mutlaka yazın. Doldur boşalt yapmadan okumanin anlamı olmaz. Bu yorumumu hicbir yazınızı okumadan yazdım.
Konuşmanızda kör demeniz tuhaf geldi bana. Geçenlerde kafa radyo zeki kayahana görme engelli bağlandı.
Görme farkındalığı demişti. Farklı bir yaklaşım geldi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir