8 Kasım 2021 07:33. Zor ve birkaç saatlik uykuyla geçen bir gece. Sanki dün 42 Km koşan ben değilim. Salondan tuvalete ve yatak odasına gitmek bile çok zor ve sancılı. Her iki diz birden pert galiba. İyileşmesi birkaç gün alacak sanırım.
EEE dile kolay. 2 yıllık bir hayalin son noktasına ulaşmanın bir sonucu olacaktı elbet. 2019 ekim ayı civarlarında Acaba Avrasya maratonunda 15 K koşsak mı diye başladığım yolda 2021 kasım ayında 42 k koşabilmenin yarattığı tanımlayamadığım bir mutluluk. Çok affedersiniz 42195 Km demek istedim. Öyle demeyin aslında her şey o son 195 metreye ulaşabilmek içindi. Sultan Ahmet meydanında hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o 195 metredeki coşku içindi belki de her şey. Ondan ne önemi var küsuratın diye düşünmeyin sakın.
Şöyle bir internet araştırması yapınca bu küsuratın sebebinin de komik olduğunu görebiliyorsunuz. Klasik maraton hikayesi Atinalılarla persler arasında Atina’nın kuzey doğusundaki maraton şehrinde yapılan savaşa dayanıyor. Savaş kazanılınca bu haberin perslerden önce Atina’ya ulaştırılması gerekiyor. Atina’lı asker Feidipides yaklaşık 42 km olan bu mesafeyi koşuyor ve kazandık deyip oracıkta ölüyor. Düşünsenize bugünkü akıllı telefon ve iletişim sistemleri olsa maraton diye bir şey olmayacaktı. Bu hikâyenin farklı versiyonları da var. Aslında askerin ölmediği, başka kayıtlarla karıştığı vs. ama Atina ve maraton şehri arasındaki koşulan 42 km maratonun da mesafesini belirlemiş oluyor. Küsuratın nedeni ise tam bir İngiliz saçmalığı. 1908 olimpiyatlarında kraliyet ailesi rahat izlesin diye maraton başlangıç noktası Windsor şatosunun penceresinden görülecek bir yere konumlandırılıyor. Bitiş noktası ise kraliyet ailesinin diğer yarısının beklediği Beyaz şehir stadyumundaki kraliyet protokolünün önü olarak alınıyor. Bu mesafede tam 42195 Km. İşte maratonun standart uzunluğu böyle belirleniyor. Normal, standart diye peşinen kabul ettiğimiz değerlerin kökenine daha yakından baksak bu kadar normal fetişisti olmaya devam eder miydik acaba?
Her neyse, hani derler ya, kan, ter, göz yaşı diye, bence maraton tüm bunların gerçekten anlamlarını bulduğu bir olay. Hazırlıklar sırasında birkaç kez dizimi parçaladığım düşünülürse kan vardı. Yaralar daha yeni iyileşti. Ter zaten bu işin olmazsa olmazı. Her antrenman ve koşu sonrası Tişörtüm, şortum o kadar ıslanıyor ki, önce iyice sıkmak zorunda kalıyorum. Sonra şişelerce, bardaklarca içilen sular. Gözyaşı hem mutluluktan hem hayal kırıklıklarından hem ayrımcılıklardan dolayı sürekli bazen içime, bazen dışıma akıttığım en az ter kadar yoğun bir sıvı. Bu üçlemeye yoğun bir dayanıklılık, direnç, hırs ve bende hiç olmayan sabrı ekleyin alın size maraton tarifi.
Şimdi gelin takvimi 8 ay öncesine, nisan ayına kadar geri saralım ve maraton pistine giden yoldaki hikâyeyi birlikte yaşayalım.
Nisan Mayıs 2021
Yarı maraton benim için çok güzel, önemli bir coşkuydu. Kendimi zinde ve bir sonraki adıma hazır hissediyordum. Önce Yarı maratondan bir gün önce tanıştığım Erhan Bey’i aradım. Kendisi ultra maratonlar koştuğundan 42 K onun için ir nevi çerez demekti. Sağolsun hemen kabul etti ve yarı maratondan sadece iki gün sonra bugünkü maratonun başvurusunu yaptım. Hatta o başvuruyu dersim kapsamında canlı yaparak site erişilebilirlik sorunlarını öğrencilerime gösterme fırsatı buldum.
Sonrası ramazan ayı. Ramazan öncesi son bir 10 K koştum yürüme bandımda hızlı tempoyla ve ardından bir nevi duraklama dönemi. Yine de tamamen bırakmak istemiyordum kendimi iki günde bir iftardan bir sat önce 5 6 Km koşular yapıyordum. Haftada 25 Km hedefini ramazan ayında da devam ettirdim. Aslında insan tam acıkmışken spor çok iyi geliyor. Her şeyden önce vakit geçiyor ve daha az yiyorsunuz.
Mayıs Ağustos 2021
Bu Dönem ramazan bitmişti belki ama hava sıcaklıkları artmaya başlıyordu. Gördüm ki bu beni çok olumsuz etkilemeye başlamış. O arada Erhan Beyle bir buluşup 10 K koştuk ve yüz yüze tanışmış olduk. Yürüme bandı antrenmanlarının yeterli olmayacağını biliyordum. Birlikte koşabileceğimiz partnerlere ihtiyacım olacaktı. Sağolsun Erhan Bey durumu tanıdığı koşu gruplarına aktaracağını söyledi ve aktardı da. Ve ilk ayrımcılık hikayesi. Gruplardan birisi benim sorumluluğunu alamayacaklarını söyleyivermiş Erhan Bey’e. Daha beni tanımadan, neyi nasıl yapabileceğimi görmeden. Anladı ki yolum çok uzun olacaktı. O günkü hırsla koşu bandında yüksek bir koşu yaptım. Ama dedim ya, hava sıcaklığı artıyor bir taraftan da ülkedeki kapanma sürecine devam ediyordu. Yani dışarıda antrenman zaten pek de mümkün olamıyordu. Yine de mayıs ayı sonunda 100 Km’lik hedefime ulaşmıştım.
Haziran ağustos dönemi ise biraz rölantide geçti. Belki biraz yorgunluk, belki sokağa çıkma yasaklarının bitişi ve Sevda ile yaptığımız tatiller. Ordu ve Altınoluk gezileri. Tüm bunlar koşu tempomu düşürmüştü. Bir miktar da kilo almıştım. Koşu öyle bir şey ki, en azından benim için bir hafta bile ara versem yakaladığım performansı tekrarlamak 2 haftaya mal oluyordu. O yüzden temmuz sonuna geldiğimde nisan ayındaki yarı maraton performansımdan çok uzak hissediyordum.
Ağustos Eylül 2021
Artık maratona sadece 3 ay kalmıştı ve gerçek anlamda antrenmanlara başlamam gerekiyordu. Zira Adım Adım sitesindeki maraton hazırlık programı 18 haftalıktı. Geç bile kalmıştım. Programı bana Erhan Bey önerdi, açtım baktım ki sitede programı resim halinde koymuşlar. Böyle daha şık görünüyormuş söylemlerine göre. Sonra Adım Adım ekibiyle iletişime geçtik ama programı düzelttiler mi bilmiyorum. Nedense erişilebilirlik hep ilk ertelenen şey oluyor yapılacak işlerde. Neyse Berre sağolsun Maraton programını sesli olarak okudu, ben de bir kenara yazdım.
Pazartesi, Kros, Salı, 5 Km, Çarşamba, 8 Km, Perşembe, 5 Km, Cuma, Dinlenme, Cumartesi, 8 Km, Pazar, 16 Km. birinci haftanın programı buydu. Genelde aynı program devam ediyor pazar günkü koşular 18 Km’ye çıkıyor bazen düşüyor ama sonlara doğru 32 Km’ye kadar çıkıyordu. Yani bir nevi hafta içi kısa koşular yapıp pazar günkü uzun koşulara hazırlık olacaktı. Eğer programı uygulayabilirsem ekim ayında bir iki 30 Km civarında uzun koşu yapmış olacaktım.
26 Temmuz haftası koşu bandımda programa resmen başladım. Fakat işler umduğum gibi gitmeyecekti. Daha ilk haftadan koşu bandı beni zorluyordu. İlk uzun koşumda resmen çuvalladım. Daha 10 Km’de bitmiştim adeta. İndim koşu bandından gidip duş aldım. Ama böyle bitmemeliydi. Bir anlık sinirle tekrar çıktım banda ve kalan 6 Km’yi tamamladım. Böyle olmaması gerektiğini ben de biliyordum ama en azından devam edecektim.
Ağustos ayıyla ilgili aklımda en çok kalan kelimeyi sorsalar sıcak, çok sıcaktı derim. Evimizdeki yürüme bandı arka balkonumuzda kurulu. Her yeri açsak bile yazın öyle bunaltıcı oluyor ki, bırakın koşmayı nefes bile almak mümkün olmuyor. Tek yolu sabahın erken saatlerini kullanmak ve serinlikten yararlanmak. Öyle de yapmaya başladım. Tam işler yoluna giriyor performansımı yakalıyorum derken, Bir sabah yan apartmandaki komşu çıktı cama. “Uyuyamıyoruz sizin yüzünüzden kaç gündür lütfen kapatır mısınız onu?” Bandın bu derece gürültü yaptığından halen emin olmasam da bu olay bir anda farklı çözümler arama sürecimi hızlandırdı. Tüm sosyal medya hesaplarıma destek isteyen mesajlar attım, sağa sola haber saldım. Çoğu kişi beğenip paylaşmakla yetindi maalesef. Birkaç tanıdığım arkadaşın tanıdıkları vasıtasıyla birlikte koşma teklifleri aldım. Hepsini büyük bir mutlulukla kabul etsem de bu sefer performans sorunu devreye giriyordu. Koştuğum bir arkadaş daha altıncı kilometre tıkanıp bırakmak isteyince bu işin o kadar da kolay olmayacağını anlıyordum. Bir başka arkadaşımla koştuktan sonra bileklerindeki problemler nedeniyle o da sürekliliği olmayan bir an olarak kaldı. Maalesef bu işler yardım edelim demekle olmuyor. Koşuya eşlik edecek kişinin de aynı coşkuya ve motivasyona sahip olması gerekiyordu. Bu motivasyonu olan kişilerin başka işleri vardı, antrenman yapan koşu grupları ise taleplere karşı kapalı ve suskun görünüyorlardı.
Geriye bir yol daha kalıyordu. Spor merkezlerine başvurmak. Eve hemen yakın yerde bir spor salonu buldum. Gittiğimde, yeni bir ayrımcılık vakası beni bekliyordu. Sözde sağlığım için burada spor yapabileceğime ilişkin rapor istedi oradaki kişi benden. Bu sefer üstelemeyip gerçekten gidip o raporu aldım. Tekrar kapılarını çaldığımda biz sizi arayacağız dediler ama asla aramadılar. Eminim sokaktan geçen herhangi biri gitse ayakta karşılayacaklardı, ama konu kör bir müşteri olunca, önce işi yokuşa sürüp sonra kapılarını duvara çeviriyorlardı. Ardından başka bir spor merkezi buldum. Neyse onlar sorunsuz kabul ettiler beni. Fakat orada da koşu bantlarının olduğu yer, öylesine havasız, öylesine sıcaktı ki, ancak birkaç kez gidebildim. Hala evdeki koşu bandı daha iyi bir çözümdü. Sıcağı engellemek için ilginç bir çözüm bulduk Sevdayla: vantilatör. Yatak odasındaki kapının hemen girişine koşu bandının karşısına gelecek şekilde vantilatörü konumlandırıp sonuna kadar açıyordum. Böylece sürekli hava geldiği için sıcaklığı bir nebze telafi edebiliyordum. Sıcak havalarda bu iş epeyce işime yaradı diyebilirim. Ağustos ayı biterken programın beşinci haftasını öyle böyle tamamlamıştım, ama uzun koşuları koşu bandında yapmak mümkün olmuyordu ve hala bana eşlik edebilecek bir partner bulamamıştım. Tam bu süreçte 23 Ağustos gecesi aşağıdaki satırları yazmışım.
Bir umutsuzluk gecesi 23 24 Ağustos:
Neredeyse iki yıldır maraton koşma hayali düştü gönlüme. Evde kilimle başladım. Nihayet bir yürüme bandına kavuştum. Ve yarı maratonu koşmayı da başardım aslında. Hayalimin yarısı. Ama sonra.
İşte burada tıkandım kaldım. Tam maraton için uzun koşular gerekiyor. 15, 20, 27, 32 km ama nasıl. Önce sıcak havalar boğdu beni. Cehennem sıcağı o kadar fazla ki, oksijen azlığı ve zorluklar. Bunu aşmak için sabahları koşayım dedim, Koşu bandı karşısına vantilatörü koydum. İşler yoluna giriyor derken, bu sefer karşı komşular girdi dünyama bir kâbus gibi. Geçen hafta, yani 22 Ağustos sabahı bu ne gürültü diye bağırdılar önce. Ve bu akşam da ikinci bir uyarı. Ben de gayri ihtiyari camı kapadım, perdeyi çektim sıkı sıkıya daha sessiz olsun diye ama bu sefer de nem mahvetti beni. 6 buçuk km zor koşabildim.
Spor salonlarına gitmek istedim almadılar. Rapor istediler. Hakikaten böyle bir rapor lazım mı, körüm diye mi istiyorlar artık hiçbir şeyden emin olamıyorum. Yarın almaya çalışacağım bu raporu. Alsam da işe yarar mı onu da bilmiyorum.
Diğer taraftan en azından uzun koşuları birileriyle yapar mıyım diye son çare tüm sosyal medya hesaplarıma yazdım, bir iki cılız destek önerisi dışında çıkan ses yok. Geçen hafta bir arkadaşla buluştuk ultra maratona hazırlanıyormuş ve sana destek olurum dedi ama, ne çare. Daha beşinci kilometrede kesildi nefesi. Dura kalka yürüye yürüye zar zor tamamladık 10 km’yi. Herkes gazlıyor ama yok gerçekten bir umut vereni.
Şu an gece yarısı. Kendimi tüm gardı düşmüş bir boksör, son hamlesini de yapıp mat olmayı bekleyen bir satranççı ya da ne bileyim içimde kocaman bir acı ve hiç çözüm üretemeyen bir halde hissediyorum. İşin kötüsü tüm bunun nedeni benim kapasite yetersizliğim değil, koşamamak değil, koşturulmamak, engellenmek ve bağımlı kalmak birilerine.
Yani anlasam ki, bu enerji, bu sağlık, bu kiloyla koşamam, o zaman üzülmem bu kadar. Çünkü benle ilgili olur sorun. Ama şimdi, içimde kocaman bir enerji, bulamıyorum akıtacak bir yer. Kızgınlık mı, içimdeki? Belki biraz. Baş kaldırımı ucundan acık. Ama daha çok hüzün. Ağlamak geliyor göğsümün ortasından ağlayamıyorum. Kendime acıyorum, zavallılığımı gözlemliyorum. Bu dünyada bazen ne kadar yalnız, çaresiz ve sahipsiz kaldığımı düşünüyorum. Nerede o her şeyi yaparım diyen egoist adam? şu an çökmüş kalmış bir halde bunları yazmakla yetiniyor. Gözlerim buğulu ama akmıyor yaşlar. Onu bile beceremeyen zavallı, belki de zavallı olmak isteyen bir adam. Kim bilir kendine acımak iyi geliyordur belki bir yanıma. Ne kadar yoksun ve çaresiz o kadar uzak oluyorumdur sorumluluktan. Belki istediğim güç değil güçsüzlüktür, ağlamaktır kendime. Ama daha iyisi birilerinin de görmesidir bu durumu ve tutmasıdır elimden. Peki kim?
Sahi, o kadar da önemli mi ki maraton? 42 yıldır yapmadığın bir şey için mi paralıyorsun kendini? Bence mesele maratonun çok ötesinde. Bir hedefe ulaşmanın sonundaki 15 20 saniyelik tatmin. Koşsam ne olacak? kimim umurundaki? Ney halletmiş olacağım bununla? Bilmiyorum. Hayatı böyle kavrıyorum ben. Önce kendime göre ulaşması güç bir hedef koyup üzerine git, ulaş ve sonra başka bir hedef. Belki de içimdeki boşluğu böyle dolduruyorum. O boşluk ne menem bir şey ki ne yapsam dolmuyor, sadece dolar gibi yapıyor? Bilemiyorum Altan, bilemiyorum. Bildiğim tek şey şu an içimde bir yumrunun ne aşağı ne yukarı gitmeyip tıkadığı nefesimi.
Depresyon böyle bir şey mi acaba? İnsanın tüm çarelerini tükettiği bir an?
İçimden bir ses, dur bakalım yarın başka bir gün diyor, ama başka bir ses hasiktir oradan
Diyor. Hangisi benim? Hangisi galip gelecek? En iyisi artık yatmak ve beklemek.
Her gecenin Bir sabahı
Yukarıdaki umutsuz anımı unutmayayım diye kaleme aldığımın ertesi günü bir telefon alıyorum Boğaziçi Üniversitesi Spor kurulundan. Spor Festivali açılışında meşalemizi taşır mısın diyorlar? Demek ki yalnız değilim o kadar. Demek ki duyan var söylediklerimi. Tamamen boşa gitmiyor yaptıklarım. Memnuniyetle kabul ediyorum. Ve açılışta 300 metre koşup meşaleyi taşıyorum.
Eylül Ekim 2021
Tüm bu umutsuz tablo içinde eylül ayı güzel başlıyordu aslında. Önce 30 Ağustos Günü Cadde Bostan koşu gurubuyla buluşup harika bir 10 Km koşuyoruz. Sonra aynı hafta Koşu partnerlerimden biri Hacer’le bir 10 K daha. Ve O hafta içinde halen görüşüp arkadaş olduğum Ayşe ile tanışıyorum. Maalesef kalabalıkta maratonda karşılaşamadık bir Türlü Ayşe ile ama eylül kasım döneminde hem o bana hem de sanırım ben ona epeyce bir destek oldu ve ikimiz de birbirine çok yakın sürelerde tamamladı ilk tam maratonlarını. Sosyal medyadan duymuş çağrımı ve ben aslında öyle biriyle hiç koşamam diye aradı beni. Peki teşekkürler de diyebilen bir Engin varsa da içimde, o gün bence bir deneyelim istersen diyen Engin yanıt verdi Ayşe’ye ve güzel bir koşu birlikteliği başladı. Önce bebek sahilinde müthiş bir 20 K koştuk. Sonunda düşüp dizimi yarsam da ilk uzum koşumdu ve yaralanmak kendini jiletleyenler gibi haz verdi bana. Sonra değişik aralıklarla Burhan Felek spor salonunda buluşup antrenmanlar yapmaya devam ettik Ayşe ile. Hala da devem edeceğiz sonrasında öyle konuştuk. Mart ayındaki yarı maratonu Ayşe’yle koşacağız.
Bu sırada bana eşlik eden bir partnerim daha oldu. Müslüm. Müslüm zaten uzun süredir Burhan Felek’te koşuyordu. Kendisi legal olarak kör kabul edilse de görme oranı çok yüksek olduğundan bir yerlere çarpmadan koşabiliyor ve bana da eşlik edebiliyor. Onunla da özellikle ekim ayının ilk yarısında epeyce bir koştuk. Beni tam maratona bu antrenmanlar hazırlayacaktı.
Güzel başlayan eylül ayı pek öyle devam edemedi. 19 Eylül günü Kadıköy yarı maratonu vardı. Erhan Bey’le ilk kez bir prova yapacaktık. Eylül ayındaki antrenmanlara dayanarak kendime epeyce de güveniyordum aslında. Ama maraton başlayınca işler bir anda tersine döndü. Hava aşırı sıcak. Güneş yakıyor adeta. Daha altıncı kilometrede pilimin bittiğini hissettim. Allahım nasıl biterdi 21 Km. 10 Km’ye kadar düşe kalka geldikse de sonrası tam bir zulüm. Bir türlü ilerleyemiyorum. Ve O gün maraton hayalimin gerçekçi olmadığıydı düşüncem. Sanırım tez canlı davranmıştım. 21 K’yi bile koşamıyorsam, 42 hiç mümkün olamazdı. Neyse yine de tamamlamayı başardık bu yarı maratonu.
Nedense başarısızlıklar hırslandırıyor beni. Sonraki hafta ben bundan daha fazlayımı kendime göstermeye çalışırcasına yürüme bandında üst üste rakorlar kırmaya başladım. Uzun süre sonra 15 K koştum ve halen enerjim vardı. Ama bu sefer de sakatlıklar girdi hayatıma. Bundan birkaç yıl önce sol ayağımın Aşil tendomumu koparmıştım ve ameliyat olmuştum. Şimdi de sağ topuğumda acayip bir ağrı dayanılmaz hale gelmişti. Merdivenlerden inmek, çıkmak tam bir züllüme dönüyordu. Bir de tam o 15 K koştuğum gün yürüme bandında bir eğim keşfettim. Ne oluyor derken, tabanının kırıldığını anladım. Yani hem Aşil tendomum koşamayacak kadar gerilmiş, hem yürüme bandında eşine az rastlanır bir hasar ortaya çıkmıştı. Doktor da bana bir süre koşma sakın diye telkinde bulunacaktı. Evren dur koşma diyordu adeta.
Ama duracak zaman da değildi. Maratona çok az kalmıştı ve her duruş kazanılan performansın geriye gitmesine neden olacaktı. Zamanı boşa geçiremezdim. Bende sürekli söylenen ama bir biçimde kulak ardı ettiğim kuvvet antrenmanlarına ağırlık verdim. Evet koşamıyordum belki ama şınav, mekik çekebilir squat yapabilirdim. Günde 50 mekik, 50 squat, 50 şınav. Germe hareketleri vs. Her gün koşamadığım müddetçe bunlara devam ettim.
Sonra ağır ağır koşulara tekrar başladım. Topuğu daha az zorlayarak önce bir 5 Km, sonra iki onar Km. tamamdı. Bir biçimde yönetebilecektim bu süreci. Bazen Müslüm’le bazen Ayşe ile koşu süreci devam ediyordu. Yürüme bandı halen bozuktu. Ve tekrar ilk göz ağrım evdeki kilime döndüm. Ha bu arada söylemeyi unutmuşum. İlk yarı maraton sonrasında Sevda bana bir Apple Watch hediye etti. Tüm spor aktivitelerimi Nike Run Club ve Strava üzerinden oradan ölçebiliyordum. Strava ile evdeki kilimde 5 6 km’lik olduğum yerde koşular. Sonunda yürüme bandımız epeyce bir pahalı fiyata da olsa yapıldı. Ustalar sürekli uyarıyor. Bu ev tipi bir alet. Hızlı koşmayın, uzun koşmayın. Ama üzgünüm yapabileceğim başka bir şey de yok. Her türlü aksamasına rağmen beni maratona o bant hazırladı desem yalan olmaz.
Ekim Kasım 2021
Artık son bir aya giriyorduk. İlk yaptığım işlerden biri Eczaneden Magnorm adlı bir magnezyum tableti almak oldu. Denildiğine göre bu olası bacak kramplarını engelliyordu. Ekim ayının ilk yarısında Müslüm’le Burhan Felek antrenmanlarına devam ettik. Bir keresinde 89 dakikada 15 K koşarak kendi rekorumuzu tazeledik. Ve 55 dakikada bir 10 k de koştuk. Hemen hemen nisan ayı performansıma yaklaşmıştım. Bu sırada bizim Beyaz Baston ve Erişilebilirlik Festivali gelmişti. Burada bir hayal kurdum. Boğaziçi’nin tartan pistinde 21 Km koşacak ve son 10 Km’de erişilebilirlik dövizlerini taşıyarak onları anlatacaktım. Sağolsun Boğaziçi koşularındaki eşlikçim Furkan destek olmayı kabul etti. Ve 15 Ekim günü saha da son uzun koşumu yapmak üzere başladım yarı maratona. Her şey iyi gidiyordu aslında. Furkan’la he zaman yaptığımız gibi zil ile koşuyorduk. Furkan önde zille koşuyor ben onu takip ediyordum. Fakat festival için canlı yayın da yaptığımızdan kulağımda kulaklık ve zoom sohbeti de yapıyordum bir taraftan. Tabi bu aptalca hareket başıma dert oldu. İki kez tartan pist kenarındaki aralıklara düştüm. Birincisinde yine dizimi yardım, ikincisinde de sol ayağım burkulmayla ezilme arası bir şey yaşadı galiba. Bir taraftan konuşmalar bir taraftan bu acılar derken maalesef 21 Km’yi tamamlayamadım. 19 Km’de bırakmak zorunda kaldım. Şu an halen çok pişmanım. Nasıl olur da o son 2 Km’yi koşmazsın diye. Tabi her şeyden kötüsü bu tarz şeyler Kasım maratonuyla ilgili umutlarımı azaltıyordu.
Üstüne üslük bir de tam bu sırada Müslüm’ün Covid olduğunu öğrendik. Ben de risk altındaydım tabi Allahtan testlerim negatif çıktı. Ama Ayşe yoğun diz ağrıları çekip Müslüm de Covid olunca koşu partnerlerim kalmamış oldu. Böylece son uzun koşumu 19 Km olarak tamamlamış oldum. Aslında 30 Ekim için son bir 15 Km koşmak için sanal maratona kayıt yaptırdık, ama koşacak kimse bulamayınca ben bunu koşu bandımda 10 Km olarak yapıp temel antrenmanlarımı tamamlamış oldum.
Son hafta daha yavaş tempoda beşer Km’lik koşularla geçti 35 40’ar dakikalık 4 koşuyla haftayı tamamladım. Artık büyük an, gelip çatmıştı. 5 Kasım Cuma günü koşu kitimi aldım. Günleri sayıyordum. Bu son Haftada Erhan Bey’in beni sürekli araması, benden daha çok maratonu tamamlayabileceğimize inanması ve beni de inandırması gerçekten çok etkili oldu. Son başarısız yarı maraton denemesi sonrası cesaretim bayağı kırılmıştı aslında, ama Erhan Bey’in verdiği motivasyon konuşmaları 7 Kasım’a umutlu girmeme neden olacaktı.,
İşte Maraton Gelip çatıyor
6 Kasım Cumartesi sabahı artık maraton dışında bir şey düşünemez olmuştum. Sevdayla birlikte Üsküdar’a gidip çok güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra eve Döndük. Erhan Bey’in bugün pek ayakta kalma, önerisine uyup sinema planımızı sonraki zamanlara erteledik. Sürekli uzanıp uyukladığım ama bir taraftan da uyuyamadığım bir gün geçiyordu. Bol proteinli bir akşam yemeği ve saat 10’da yatağa giriş. Ama. Sağa dön, sola dön, bir türlü tutmuyor uyku. İçeri git, geri gel, en korktuğum şey gelecek galiba başıma. Uyuyamayacağım. Neyse kendimi zorlaya zorlaya bir şekilde uyumuşum.
7 Kasın Pazar saat 06:30: mutlulukla uyandım. Bir şekilde uykumu almış hissediyorum. Ağrılarım yok. Dizlerim iyi durumda. İki haşlanmış yumurta, bir bardak filtre kahve, bir dilim pesto soslu, bir dilim çikolatalı ekmekle yapılan kahvaltı. Sevda ile son vedalaşma ve evden çıkış.
Saat 08:15: maraton alına geliş. Ortalık hınca hınç kalabalık. Erhan Beyle buluşmaya çalışıyoruz. Bir türlü göremiyor beni. Meğerse fazla yukarıda beklemişim. Ortam çok kalabalık ama bir şey sorabilecek kimse yok. Neyse zorla buluşuyoruz ama daha büyük bir problem var. Onunla buluşmaya çalışırken çantalarımızı vereceğimiz otobüsler gitmiş. Eyvah, çantam elimde kaldı. Ne yapmalı? Son anda bir geç otobüs buluyoruz ve çantayı verebiliyoruz. Bu küçük stres sonrası artık maraton başlamak üzere.
Saat 09:12: Maraton Başladı. Toplu çıkış, protokol tribününü selamlama. İlk 100, 200 metrede sanki bacaklarım tutmuyor gibi. Nasıl yani, daha ilk dakikadan mı bırakacağım. Neyse, köprü üzerine çıkınca müthiş bir özgüven. Hadi başladık artık!
Benden haber almak isteyenler için oluşturduğum koşu grubu Toplu mesaj listeme ilk mesajımı atmışım. Köprü üzerindeyiz. İlk 1 Km. Ortam çok kalabalık. Söylendiğine göre 40 bin kişi katılmış maratona. İnsanlarla birlikte koşuyoruz. Tempomuz 6 buçuk Km civarında gayet rahatım. Başlangıç stresini atmışım. Oldukça neşeli ve umutlu hissediyorum kendimi. Köprü bitiyor. Yıldız katılımına kadar tatlı bir yokuş. Erhan Bey istersen yürüyelim diyor ama çok enerjik hissediyorum. Aynen devam. Ve çıkış rampası bitiyor. Nefis bir Barbaros bulvarı yokuş inişi güle oynaya koşuyorum. Etrafta sürekli müzikler, Bir yerde Eye of The Tiger çalıyor. Diğer noktada uzanmışım kumsala. Bir yerde canlı bando takımı var. Kenardaki herkese bağırıyorum. Hadi daha fazla destek, daha fazla motive edin bizi”. Erhan bey uyarıyor. “Engin bak enerjini tüketme sonra çok çok arayacaksın bunları.” Bende yanıt hazır: “Abi boş ver şu an slogandaki gibi İstanbul’u yaşıyorum. Sen şimdi güleç halimi gör. Sonra huysuz halimi zaten göreceksin.”
Böyle güle oynaya bitiyor ilk 5 Km. 5 Km halısından geçince bir çığlık atıyorum. Hadi arkadaşlar 37 Km kaldı. Her şey yolunda. Koşmaya devam. Beşiktaş’tan çıkıp önce Kabataş, fındıklı, Karaköy, galata köprüsü ve Eminönü’ne varıyoruz. Burada bir halay havası karşılıyor bizi. Zıplaya zıplaya hem koşuyor hem halay çekiyorum. Erhan bey yine enerjini tüketme uyarılarında. Bir saati biraz geçe 10 Km bitiyor. Küçük bit tuvalet molası. Su istasyonundan minik bir su ve devam. Halen ortam çok kalabalık.
Artık yeni kapıdayız 15 Km olmak üzere. Ben kendimi çok fazla 15 Km’ye şartlandırdığım için Erhan Bey’den ilk azarımı yiyorum. “Kendini çok oraya şartladın. Niye 42 Km’ye şartlamıyorsun?” Böyle minik atışmalarla 15 Km dönemecini geçiyoruz. Bu arada koşumuzu hem ip hem zille yapıyoruz Erhan Bey’le. Zil bir kolunda, ip diğerinde. İnsanların meraklı soruları. Bu zille mesajınız ne diye soruyorlar Erhan Bey’e. Bu koşularda hiç alışamadığım ve alışamayacağım şey ip galiba. Birine bağlı kalmak, sürükleniyor gibi hissettiriyor. Sanki esirmişim gibi. Ama çok kalabalık anlarda, dar yollarda şimdilik tek yol bu. Fakat fırsatını bulduğum an bırakıyorum ipi de Erhan Bey’i de. İşte o zaman zil yol gösteriyor bana. Özgürlüğün, engelsizliğin sesi.
15 Km koşanlardan ayrıldık. Etraftaki destekler, insanlar bir anda yok oldu sanki. Yapa yalnız kaldık. Esas ondan sonra desteğe, motivasyona ihtiyaç var bence. Ama rating 15 Km’ye kadar demek ki. Yine her şey çoğunluk, normaller için, biz sapkınlar yalnız devam etmek zorundayız yolumuza ne halimiz varsa görmek için.
15 Km sapağında ilk besinimizi alıyoruz. Maratonca sağlanan bir jel. Ha bu arada her 5 Km’de su istasyonları var. Buralarda su, jel, dileyenlere Redbul falan var.
Saat 11:29: İşte ilk 20 Km. küçük bir mola. Arayıp Sevda’ya istersen gel diyorum. Koşu grubuma ikinci WhatsApp mesajımı bırakıyorum. Anneme diyorum ki, “Anne inşallah kanatların çıkar uçar gidersin diyordun ya bana, şu an o kadar ihtiyacım var ki o kanatlara…” Yavaş yavaş yorgunluk belirtileri başladı galiba. Bendeki yanlış psikoloji. Eee 20 bitti ama geriye daha 22 Km var düşüncesinin getirdiği ağırlık.
Ben koşu antrenmanlarımda kendime göre bir sayaç ayarlarım. Bu nefesimi düzenlemek içinde kullandığım bir şey. 1, 2, 3, 4, nefes al, 1, 2, 3, 4, nefes ver, eder 1. Bu şekilde her nefes alışveriş turu 1 sayı oluyor. Böyle sayarak 130 140 olduğunda yaklaşık 1 Km geçmiş oluyor 6 Km hızla koşarken. İlk 20 Km buna hiç başvurmadım. Ama sanırım en büyük hatam artık bu. Saymaya başlıyorum. Benim sayıma göre 25 Km olması gerek. Erhan Bey’e soruyorum kaçtayız diye 23 diyor ve benim kayışlar kopuyor. İşte ilk duvarım. Bir anda koşuyu bırakıp yürümeye başlıyorum. Erhan Bey Engin Engin diyor bende tepki yok. Bir 30 40 saniye böyle ilerliyoruz. Sonra zar zor biraz daha koşuyoruz. Ama ne yapsam olmuyor. Biraz kızgınlık, biraz ümitsizlik. Erhan Bey diyor ki, “Hadi dönüşe kadar gidelim” orada yürüteceğim seni söz. 25. Km’ye gelebildik düşe kalka. Orada bir su takviyesi Wup denen iğrenç bir tadı olan toz takviyesi. Zorla bitirtiyor erhan bey o iğrenç şeyi bana. Yola devam. Ve işte dönüşe geldik. Yeni kapıdan sonra yolumuz Zeytinburnu üzerinden Bakırköy deniz otobüslerine dek devam ediyor.
Saat 12:33: 27.5 kilometredeyiz. Bir başka WhatsApp mesajı bırakıyorum. Hızımızın nasıl düştüğünü varsayın. 11:33’te 20 Km bitmişken Bir saatte ancak 7 Km bitebiliyor. Tam bir duvar yani. Araba gitmiyor. Erhan beyle güzel bir Kayseri pazarlığı yapıyoruz. 3 Km koş, bir Km yürü. Aslında Erhan Bey 4 K koş 1 K yürü diyor da manyak ben kabul etmiyorum. Şimdi pişmanım. Gayet de yapabilirmişim aslında. Yine de bu anlaşma bana çok iyi geliyor. Böylece sonunu görebileceğim bir hedefim var.
- Kilometreye kadar koşuyoruz. İşte insanların duvar dedikleri benim mutlu son olarak gördüğüm Km. Çünkü anlaşmamızın ilk adımını yerine getirdim. 3 Km koşabildim. Bitecek bu maraton. Geriye baktığımda benim psikolojimi en çok zorlayan şey belirsizlik galiba. Koşuyorum koşuyorum ama hangi kilometredeyim. Saatimdeki Nike Run Club sonradan anlıyorum ki kapalı alan navigasyonunda kalmış. O yüzden yanlış bilgi veriyor. Tek bilgi tabelalar. O da bana yetmiyor. İnsanlar muhtemelen önlerindeki bir yeri referans alıyor. Hedef bilinmez olunca aşamamı bilemiyorum ve bu da beni zorluyor. Öyle bir şey olsa ki keşke bana 100 metrede bir falan haber verse, eminim performansım artardı.
Oh! Bir Km yürüme zamanı. 31. Km’de tekrar 3 Km’lik koşu başlıyor. Sonunu bildiğim için brakmıyorum.34. Km’de yine bir yürüme arası.
Saat 13:32: 4 buçuk satir kâh koşuyor kâh yürüyoruz. 3 artı 1 bende çok işe yaradı. Gerçek maratoncular çok kızacak, koşuda yürünmez diye, ama ne yapayım elimden gelen bu. Erhan Bey diyor ki, “sen karşıdakinin sana güvendiği kadar kendine güvenmiyorsun, yoksa hiç durmadan tamamlardın bu maratonu”.
Saat 13,50 civarı. Yaşasın! 38 kilometrenin sonarındayız. Bir Instagram canlı yayını yapıyoruz. Son yürüyüşümüz. 39 Km’den sonra sonuna ada koşup bitireceğiz 42195 Km’yi
Ve son 3 kilometre başlıyor. Ben 500’e kadar sayma kararı aldım. Bir yandan koşuyor bir yandan sayıyorum. 1, 2, 3, 4 … 150. Hey! 40 Km halısı bip sesleri ayakkabımızdaki çipi okuyor halı. Artık son iki Km. Artık geri saymaya başlıyorum 250’den. 130, 129, 128 … 41 Km Tabelası. İnanamıyorum bitiyor mu ne? Hedef hala çok uzak. Tramvay yolundan geçiyoruz. Artık Gülhane parkından içeri girdik. Aman allahım o nasıl bir rampa. Etraf kalabalık. Herkeste alkış, coşku, ama ben duymuyorum onları. Erhan Bey’in sesi yankılanıyor. “Son 500 metre”. Neeeee! Son 500 mi bana göre çoktan bitmiş olmalıydı. Son 500 en az 3 4 dakika demek. Hadi engin! Burada bırakamazsın. Etraftaki coşkuyu duyamıyorum. Oysa hep bu anı hayal etmemiş miydim. Erhan bey elimi kaldırıyor. “Hadi engin, Hadi son 200 metre Offf hala o kadar uzak ki. Ne biçim bir rampa bu. Hadi Engin hayaline kalan son 200 Metre yani 42 bitti 195’i kaldı. Hadi engin gayret duramazsın burada. Bir yandan bedenim dur, boş ver diyor. Hangisi galip gelecek? “Son 50 Metre!”. Hadi hadi bitiyor ve Aman Yarabbi. İşte bir yumuşak zemin hissediyor ayaklarım “bip bip bip”. Erhan Bey’le sarıldığımızı anımsıyorum. Bitti mi hakikaten? Başardım mı? Ben tamamladım mı 42195 Km’yi? 5 Saat 27 Dakika 6 Saniye.
8 Kasım 2021 Saat 13:17: bu son satırları yazarken anı yeniden yaşıyorum adeta. Bu yüzden bu yazı da parçasıydı aslında maratonun. Hep hayalim o değil miydi? Maraton koşacaksın ve yazacaksın onu. Koşacaksın ve haykıracaksın herkese haller yaklaşmakta olan gerçeklerin gölgeleridir diye. Dedim ya, kan, ter, göz yaşı, artı dayanıklılık, direnç, hırs ve sabır eşittir maraton diye, buna bir de hayal kurmanın insanı nasıl da insan yaptığını ekleyin bence. Şimdi bir boşluk var içimde, yelkenimi dolduracak bir sonraki hayal ve hedefimi arıyorum. Ne mutlu hayallerinin peşinden koşanlara.
“Evdeki Kilimden Maraton Pistine 2: Hayallere 42 Km’lik Bir Yolculuk” için 6 yanıt
Bir sonraki hedefin paraşütle uçaktan atlamak olsun.
osman şahin tebrik ederim engin abi seni. zorluklar yakanı bırakmamış ama sen de pes etmemişsin. mücadelenin sonunda kazanan sen oldun. bir sonraki hedeflerinde başarılar
Engin’im, Fenam, Küçüğüm; bir fincan kahve, üç sigara ve hem sindire sindire hem de soluksuz ve bir o kadar gözyaşıyla, heyecanla, gururla, sevgiyle ve tarif edemediğim bir sürü duyguyla okudum yazını. Maratonu nasıl sabırsızlıkla beklediysem, bu yazıyı da o kadar sabırsızlıkla bekledim. O yüzden bu yazıyı okuyana kadar aramak istemedim seni. Ne söyleyebilirim, nasıl duygularımı ifade edebilirim inan bilmiyorum. Bildiğim tek şey var ki sana hayranım ve her zaman olduğu gibi ayakta alkışlıyorum seni. Dualarımda Allah’ım seni nazarlardan, kazalardan korusun ve azmini, hedeflerini, sabrını, yüreğindeki heyecanları hiçbir zaman bitirmesin. Ve bir ömür, yolun kalbinin ışığı kara aydınlık olsun. Körlüğün en zor engellerden biri olmasına rağmen; zaman zaman kızsan da yalnız hissetsen de çaresiz olduğunu düşünsen de her şeyi bırakıp vazgeçme düşüncesi geçse de aklından mücadele etmeyi hiç bırakma, bırakmadın da zaten. Unutma ki senin için dua eden, seni gerçekten çok seven, ayağına taş değse dünyayı yakacak birileri var, bunu sakın hiç aklından çıkarma ve unutma. SENİ SEVİYORUM FENA’M.
Sevgili engin yazını bir solukta okudum başarılarına gerçekten takdir ediyorum çok keyifli bir yazıydı sanki okurken ben de seninle birlikte koştum ve başardım gibi hissettim ve seni defalarca defalarca takdir ettim inşallah bu azmin bütün engellilere örnek olur inşallah bu kararlılığın herkese örnek olur seni gerçekten tebrik ediyorum ve kocaman öpüyorum
Baştan sona hayranlıkla okudum yaşadıklarınızı… O kadar imkansızlık içinde bunu başarmanizi yeteri kadar takdir edecek ifadeler kelime dağarcığımda mevcut değil malesef. İlk başta sizi ve size bu yolda destek olanları tekrar tekrar tebrik ediyorum. Aynen devam edin.
Bir kez daha tebrikler Engin. Eminim okuyan pek çok kişinin tıpkı benim gibi gözleri dolmuştur. Hani demişsin ya “kan, ter, gözyaşı” diye. Senin gözyaşlarının sebebi kimi zaman hırs kimi zaman mutluluk kimi zaman üzüntüymüş. Bizim ki ise yaşadığın sinir bozucu ayrımcılıklar, soyadına yakışır bir şekilde yılmazlığın ve kazandığın zafer. Hedefin her ne olursa olsun, bundan sonra da yolun hep açık olsun.
Sana Gülcanca son söz: Bak! Büyük harflerle söylüyorum. OĞLUM İŞİN Mİ YOK SENİN!KIRKINDAN SONRA NOKTA NOKTA NOKTA