İçimizde bizi sağlamcılara yüksünmeye, kendimizi eksik görmeye iten kanıksanmış sağlamcılığın nedenleri ne olabilir sizce? Ya bundan düşündüğümüzden daha çok fayda sağlıyorsak? Hangi faydalar bunlar? Ben üç neden sayacağım, Kendini gerçekten çaresiz görme, sorumluluktan kaçma ve aciz olma halinin getirdiği rant.
Selamlar dostlar. Bu yazıyı klavyemden satırlara dökmeye başladığımda saat yaklaşık sabaha karşı 03:20 civarıydı. Nedir gecenin yarısı seni yatağından kaldıran derseniz aslında bir tweet dizisine üye olduğum bir e-posta grubunda verilen yanıtların üzerimde yarattığı ciddi bir rahatsızlık diyebilirim. Kıymetli dostum Murat Kefeli, yazarlık gibi yaptığı muhteşem işlerin yanında ayrıca
Sitesinin kurucusu. Bu sitede bir yıldır #Hoşlanmam başlıklı bir etiketle tweetler atıyor. Her Tweet için kör biri için istenmeyen bir durumu görselle destekleyip sonuna da #Hoşlanmam etiketini ekliyor. Twitter Search and Explore kısmına #Hoşlanmam yazarsanız ilgili etiketteki Tweetleri görebilirsiniz. Bu etiket üzerinden atılan tweetlerden birisi şöyleydi: “Yolda yürürken herhangi birinin gelip, “Nereye gidiyorsun?” diye sormasından #hoşlanmam”.: Siz durup dururken, kafanızda bin bir düşünceyle yürüyorsunuz. Hiç tanımadığınız biri olmadık bir anda geliyor ve nereye gidiyorsunuz diye soruyor. Bunu siz kimseden yardım istemediğiniz halde yapma gereği duyuyor. Geçen yıllarda benzer soruyu bana soran birine siz nereye gidiyorsunuz diye sorunca şöyle bir afallamıştı. Neden böyle bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz derseniz, onun da yanıtı basit: Eğer yürüyen kör biriyse, elinde bastonu varsa ve tek başınaysa muhtemelen yanlış bir yere gidiyordur düşüncesi. Bu, o kadar ciddi bir özgüven getiriyor ki başkalarına hiçbir fikri olmadığı halde siz bir yöne döndüğünüzde “Dur, aman yanlış orası!” sözlerini işitmeniz çok alışıldık bir durum. Birkaç kez evimin olduğu sokağa döndüğümde hayır orası değil, sözüyle kolumdan çekiştirilmişimdir. Ama orası benim evim deyince bir HA sesi ve yanımdan uzaklaşma. Öğrencilerimle mikro saldırgan davranışları işlerken, sizin de kendinize yapıldığında rahatsız olduğunuz davranışlar var mı soruma birçok kadın öğrencimin elimde eşyalar varken yardım istemediğim halde birilerinin gelip onları taşımasından hoşlanmadıklarını yazdıklarını anımsadım birden.
Güyya sözde birilerine yardım etme başlığı altında karşımızdakinin yeti ve düşüncelerini hiçe sayan bir şey yaptığımızı fark edemiyoruz maalesef. Esasında bu istenmeyen yardım çabaları yeti farkı olan bireylerin en çok rahatsız oldukları mikro saldırgan davranışlar arasında gösteriliyor yapılan araştırmalarda. Kekeme bir arkadaşınızın söylediğini tamamladığınızda da bunu yapıyorsunuz, çocuğunuzun mutfakta bir şeyler yapmaya çalışırken aman dur ben yaparım dediğinizde de. Siz iyi bir şey yaptığınız düşünüyorsunuz ama aslında karşı tarafın durumdan aldığı mesaj yaptıklarının, gözünüzde hiçbir değeri olmadığı.
ŞU ana kadarki sözlerim bilerek veya bilmeyerek fazla yardım hastalığına tutulan tüm çoğunluğa. Fakat bir de madalyonun diğer tarafı var. Böyle davranışlara maruz kalan insanlar ya tam da bundan hoşlanıyorlarsa? İşte e-posta grubunda şahit olduğum sözler tam da bunu yansıtıyordu. Tabi ki nereye gittiğimizi sorabilirler, ne var bunda diyorlardı. Ve bu durumun yanlış olabileceğini dile getirenleri kompleksli durumunu aşamamış kimseler olarak niteliyorlardı. Üstelik bunu söyleyenlerin sayısı hiç de az değildi. Gerçekte, bu düşünceye sahip olanlar farklı zaman ve konularda bir şekilde bunu ortaya koyup en çok da tersini yazanlara bir nefret diliyle yaklaşıyorlar. En son katıldığım bir seminerde Körlerin hakimlik yapmaması gerektiği, çünkü karşı tarafın duygu ve düşüncelerini yeterince anlamayacağını dile getiren bizzat bir kördü örneğin. Başka tartışmalarda, körlük, sağırlık, otistik olma gibi durumların eksiklik değil birer çeşitlilik, yeti farkı olduğunu yazdığımızda buna şiddetle karşı çıkan yine başka körlerdi. Yine körlerin konservatuvarlarda yeterince iyi müzisyen olamayacaklarını savunanlar arasında da bazı körler bulunuyor. Bizlerin çeşitli derslerden muaf olmamız gerektiğini en çok savunanlar da yine aramızdan çıkıyor. Ve bunlara karşı çıkanların damgalandığı birkaç etiket kompleksli, fil dişi kulesindeki kişiler tarzı şeyler oluyor.
Bu tarz durumların literatürde bir adı var: kanıksanmış veya içselleştirilmiş sağlamcılık. Uzun uzun tanımlamaya kalkışmayacağım bunu tekrar ama kısaca kurbanın celladına âşık olması diyebiliriz. Yani kurban tüm olanlardan kendini sorumlu tutup celladının üstünlüğüne yüzde yüz boyun eğiyor, asıl düşmanı olarak eğmeyenleri sorumlu tutuyor.
İyi de neden? İşte gecenin bir yarısında beni yatağımdan kaldırıp bilgisayar başına geçiren bu soru oldu. Kolay yanıtlanamayacak bir soru. EEEH dergimizin 83. Sayısında Soner ve Amine Ennur’un çevirisiyle Kenneth Jernigan’ın ta 1973 yılında NFB kongresinde yaptığı konuşmasının Türkçesini okuduk. Edebiyat Bizim Karşımızda mı? Başlıklı yazısını yukarıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz. Bu yazıda Jernigan Edebiyatta körlerin ele alınışını açıklarken, 9 başlıktan söz ediyor. Bunlar arasında körlüğü mükâfatlandırışı ve mucizevi bir güç olarak görmek de var, tam bir çaresizlik, aptallık, şeytani bir kötülük, bir günahın cezası, anormallik veya insan dışılık olarak görmek de. Bütün bu söylemlere alışığız zaten. Fakat Jernigan konuşmasında önemli bir başka gerçeği de tekrar açığa çıkarıyor: bu imgelerin oluşmasında bizzat kör edebiyatçıların da önemli bir payı var. Jernigan’ın alıntıladığı şu sözlere bir kulak verelim: Düşmanlar arasında kör, zincirlerden, Zindandan ya da dilenciden veya bir ayağı çukurda yaştan daha kötüdür! … artık insanın ya da solucanın En iğrenci olur;
İşte en iğrenç benden üstündür, Sürünür, yine de görür, ben, aydınlıkta karanlığa, gündelik sahtekarlığa, horlanmaya, tacize ve yanlışa maruz kalırım,
İçeride veya dışarıda, yine bir aptal olarak, Başkalarının iktidarı altında, asla benim olmayan; zoraki yarı yaşıyor gibiyimdir, yarıdan fazla ölü … Yürüyen bir mezar.
Bu sözler kime mi ait? Kör edebiyatçı John Milton’a. Samson Agonistes adlı eserinden bir alıntı. Jernigan yazısında bizzat var olan önyargıları besleyen başka örnekler de veriyor. Durumu da bir ihanet olarak açıklıyor. Üstelik kör kişilerin gerçeğin bu olmadığını bildikleri halde bu ihaneti seçtiklerini belirtiyor. Yine de bu seçimin nedenlerini tartışmıyor. Bizlerin de sürekli sağlamcılık ve kanıksanmış sağlamcılığı ele alıp bunun nedenleri pek tartışmamamız gibi. Konuyu tartışmayı şu bakımdan önemli görüyorum: Bize esas zarar veren şeyin toplumun bakış açısından çok bu bakış açısının yeniden ve yeniden üretilmesine neden olan yeti farkı olanların yaptıkları ve söyledikleri olduğuna inanıyorum. Kayıtsız bir teslimiyet, durumunu neredeyse ölümle eş tutma, başkalarını normal ve tam, kendini eksik ve çaresiz olarak niteleme, yaşadıkları sorunlardan bizzat bu duruma karşı çıkanları sorumlu tutma. Tüm bunlar ve daha fazlası kanıksanmış sağlamcılığın farklı farklı konularda hortlayan ortak düşünce ve yargıları.
Nedenleri irdelemeye başlarsak üç temel nokta dikkatimi çekiyor ilk bakışta. Zamanla sayı artacak belki bu yazı sonrasında. Bunları kendini gerçekten çaresiz olarak algılama, sorumluluktan kaçma ve acizlik halinin getirdiği rant olarak düşünüyorum ben. Gelin bunlara tek tek bakalım biraz.
Kendini gerçekten çaresiz ve aciz olarak algılama: düşünün ki, size hakikaten sadece bir eşya, bir yardım etme aracı olarak bakılan bir ortamda büyüdünüz. Eğitim alma şansınız olmadı. Kimse size baston kullanma, Braille, bağımsız yaşam becerileri gibi körcül yaşam yetilerini öğretmedi. Tek düşündüğünüz halinize şükredip bu durumunuza rağmen size sahip çıkanlara minnettar kalmak. Onlardan farklı düşünemez, farklı tutumlar beslemeyi hayal bile edemezsiniz. Üstelik önemli de bir göreviniz var: sizi koruyup kollayan hamilerinize bu yaptıklarını daha da yüceltmek için bolca teşekkür ve minnet etmek. Aksini düşünmeniz korkutucu olabilir. Kendinizi o kadar çaresiz görürüsünüz ki, sanki başkaları olmadan çırıl çıplak ve savunmasız kalacaksınız. Hal böyle olunca, başkalarından taktir görmek, mümkün olduğunca çıkıntılık etmemek yapabildiğiniz tek şey haline gelir. Böyle bir ortamdan kurtulamayan kişiden de yeti farkı, bağımsızlık gibi şeylere inanmasını beklemek fazla saflık olur.
Sorumluluktan kaçma: kanıksanmış sağlamcılığın tek nedeni kendini gerçekten çaresiz görme olsaydı, bunu değiştirmek biraz daha kolay olurdu. Çünkü kişiyi güçlendireceğiniz, bağımsız yaşamını arttıracağınız her çaba, onun biraz daha kendine güvenmesini, biraz daha farklı alternatiflerin de var olduğunu keşfetmesini sağlar, bu da zamanla kendine yönelik çaresiz algısının azalması ve belki de yok olmasına kadar ilerlerdi. Nitekim, hepimiz yaşamımızın belirli dönemlerinde bu çaresizlik algısını hissetmişizdir, fakat yaşamımıza giren teknolojik gelişmeler, eğitim, Jernigan, Gültekin Yazgan gibi öncü insanlar sayesinde gerçeğin bu olmadığını kavramamız kolaylaşmıştır. Fakat daha tehlikeli olan iki sebepten ilki sorumluluktan kaçma. Bu türdeki insanlar için, aslında kendi durumunu bir eksiklik ve çaresizlik olarak görme bir kazanç kapısı. Bu sayede önemli bir fayda sağlıyor. Aslında yapması gereken belirli işlerden sıyrılıyor. Diyelim k, bir ev arkadaşınız yeti farkına sahip. Bu durumu bir acziyet olarak siz ve o çok sık dile getiriyorsanız, ona üzerine düşen ev işlerini ne kadar yaptırırsınız? Ya da bir işyeri hayal edelim. Yeti farkı olan arkadaşınız, haklı veya haksız türlü nedenlerle kör oluşunun sağır oluşunun getirdiği dezavantajlardan söz edip duruyor. Bu kişiler istenen işi yapmadıklarında onu ne kadar sorumlu tutup yaptırım uygulayabilirsiniz? Gelin biraz daha derine inelim. Sıkça karşılaştığımız derslerden muaf olma talepleri. Körlerin Osmanlıca, istatistik gibi derslerdeki talepleri. Diğer yeti farkı olanların aslında yapabileceklerini bildikleri halde belirli derslerden muaf olma, ama yine de aynı diplomayı alma istekleri kısaca pozitif ayrıcalık ve ayrımcılık istekleri. Dikkat ederseniz bu taleplerin hiçbirinde bu dersi şu yollarla erişilebilir hale getirebilirsiniz düşüncesi yok. Kör olduğum, sağır olduğum için bunu yapamam zaten ön kabulü var. Diğer taraftan da bu sorumluluğu yerine getirmeden herkesle aynı payeyi aynı unvanı alma çabası var.
Mesele de burada başlıyor. Aslında kanıksanmış sağlamcı bakış açısı bir yönüyle kendini eksik olarak görene avantaj sağlıyor. Bazı işleri yapabileceği halde yapmama şansını ona veriyor. Çünkü önemli bir bahanesi var. O bir kurban, o kötü kadere veya talihe sahip kişi. Elinden bir şey gelmez. Yani esas gücünü mağduriyetinden alıyor. Bu sayede belirli dersleri almadan mezun oluyor, bu sayede yeterince çalışmadan işe gidiyor, bu sayede kardeşi, abisi sürekli azar yerken ona dokunulmuyor. Çünkü o özel. Bu ayrıcalıklı konumunu sürdürebilmesinin tek yolu, yeti farkının getirdiği mağduriyeti çok daha fazla vurgulamak. Böylece sorumluluk almadan kendi alanındaki rahat yaşamına devam ettiğini sanıyor. Tam da o sebeple düşman diye bellediği kişiler, bizzat kanıksanmış sağlamcılığa karşı çıkanlar, muafiyeti reddedenler. Uyarlama ve eşit muamele talep edenler. Çünkü bu inanç yayılırsa, kendi sorumluluk almadan sürdükleri rahat konum tehdit edilecek. Hak etmeden, başkalarını kandırarak elde ettikleri ayrıcalıklı konum ortadan kalkacak. Herkes kadar sıradan olacakları kadar sorumlulukları da buna göre belirlenecek. Kabul edilebilir bir şey olabilir mi?
Aciz olma halinin getirdiği rant.
Az önce de kendini eksik görmenin bir kazanç kapısı olduğundan bahsetmiştim, ama şimdi bu söylemi bir adım daha ileri taşıyorum. Kanıksanmış sağlamcılık esasında ciddi bir manevi rant bazıları için durumu rant olarak değerlendiren kişiler kendini gerçekten çaresiz gören ilk gruptan çok farklı. Onlar gibi masum değil. Bu grup gerçekte yeti farkının o derece acziyet ve zavallılık olmadığını gayet iyi biliyor. Alanlarında başarılı kişiler. Meslek sahipleri, ciddi entelektüel birikime sahip kişiler. En çok da bu insanların niye kanıksanmış sağlamcılığı bu kadar can hıraş savunduklarını düşünürken kafamda bir şimşek çaktı. Çünkü yeti farkını bir çaresizlik durumu olarak yansıttıklarında, kendi başarıları daha bir olağanüstü hale geliyor. Körlüklerine rağmen başarılı oluyorlar örneğin. İsimlerinin başına yeti eksikliklerini gösteren etiketini eklediklerinde yaptıkları meslekteki başarıları ve aldıkları taktir iki katına çıkıyor. Bir taraftan da yeti eksiklikleriyle asla anılmak istemiyorlar. Yokmuş gibi davranılmasını istiyorlar. Çünkü onlar bu acziyetin üstesinden gelerek başarılı oldular. Tam da o nedenle başarıları daha yüce, daha değerli. Yani kendilerinin Güyya kaçtıkları şey rağmen olarak bu kişileri daha da büyütüyor. Bu işleri yeti farkına sahip birinin yapması bu kadar imkansızken, onların başarmaları ne büyük bir yeteneğe sahip olduklarını göstermek anlamı taşıyor. Alanlarından başarılı bazı kişilere aynı yeti farkına sahip başka biri soru sorduğunda, bu alanın bir kör, bir sağır için ne denli zor ve yapılamaz olduğunu uzun uzun anlatıyor örneğin. Kendisi bir istisna, bir olağanüstü yetenek olduğu için oradadır. Onun durumu farklıdır, başkası aynını başaramaz. Bu kimseler kendilerini asıl kitlelerinin dışında konumlandırıyor, ancak bir kürsüde, bir terfide taktir beklerken, bunu özellikle kullanıyor. Çünkü onların başarıları diğerlerinden daha üstün. Yeti eksikliklerine rağmen başardılar. Azimli ve çok gayretliler.
Dediğim gibi içimizdeki sağlamcılığın nedenleri çok daha fazla olabilir. Ben bir başlangıç yaptım yalnızca. Tek bildiğim şu: içimizdeki sağlamcılık bize bir noktasıyla yarar sağladığı için devam ediyor. Bu yarar kimileri için, yaşama tutunma çabasıyken, kimileri için sorumluluktan kurtulmanın veya elde edilecek manevi rantın bir yolu. Elbette bu işi maddi ranta çeviren, okullardan zarfla para toplayan, kapakları malzeme eden bir güruh da var, ama ben onlardan söz etme gereği bile duymuyor onları tamamen görmezden gelerek satırlarımı bu gruba ayırmayı gereksiz görüyorum.
Kısaca nedeni şimdi anlıyorum. Eğer bağımsız bir birey olarak bir yerlere tek başına gitme gibi bir amacınız varsa, olur olmadık yerde, birilerinin kolunuza girmesinden, hiç anlamı yokken nereye gideceğinizi sormasından hoşlanmıyorsunuz. Fakat yaşamınızı başkalarının size yapacağı yardımlara göre şekillendiriyorsanız, bağımlılığınız sizi sorumluluktan kurtaran bir kazanç kapısıysa, işte o zaman esas hoşlanmadığınız şey hoşlanmam diyenler oluyor. İşte karar vermemiz gereken bu dostlar: kendi kişiliğimizi yalnızca başkalarının koruması altında ve rahat bir ranta mı teslim edeceğiz, yoksa daha zor olsa da kendi sorumluluklarımızı almayı öğrenmeye çalıştığımız daha özgür bir yaşamı mı tercih edeceğiz. Kararınız çok şeyi değiştirecek.