Merhabalar dostlar. Geçen cumartesi GETEM’in artık gelenek haline gelen sertifika törenini yaptık. Ben de orada bir konuşma yapmıştım. Kalıcı olsun diye kendi sayfamdan da paylaşayım istedim. Konusu Normal olmak istemiyorum!
Geçenlerde bir reklam düştü kulaklarıma: Kabul edelim, biz insanlar sınırlı varlıklarız diyordu. Kürkümüz, kanatlarımız, pençemiz yok, ama yine de hayatta kalıyoruz.
durup bir günlük kelime dağarcığımıza bakalım mı? Bazı sözcükleri ne çok kullanıyoruz. Normal, sağlam, mükemmel, bozuk, eksik, sendromlu.
Birinci kısım nedense olmak istediğimiz şeyler: Normal, güçlü, sağlam. İkinci kısım ise başımıza gelmesinden ödümüz kopan şeyler: Eksik, bozuk. Her birimizde bir normal olma takıntısı var. Garip şekilde böyle mutlu olacağımızı umuyoruz. Standart olduğumuzda, herkese benzediğimizde kabul göreceğimizi sanıp sonra daha ve daha çok mutsuz oluyoruz. Peki neden sizce. O kadar peşinden koştuğumuz, sağlam ve normal olma dürtüsüne karşın niye hala içimizde hissediyoruz bir şeylerin eksikliğini?
Bunu anlamak için, normal olmak adına nelerden ödün verdiğimize bakalım mı birazcık? Her şeyden önce tüm farklılıklarımızı törpülemekle başlıyoruz işe. çünkü bize çıkıntı olmamayı aşılıyor toplum. çok düşünme, sorgulama, derine inme diyor birileri. kendimizden korkmayı öğretiyor büyüklerimiz. dahası biz cezalandırıyoruz kendimizi, ya da toplum, gelenek, ve her şey çöküyor üzerimize bir kabus gibi. İnsanlarca beğenilmek, kabul görmek uğruna tüm biricikliklerimizden vazgeçmemiz fısıldanıyor kulaklarımıza.
Sonra ne oluyor peki? Bilinmeyen üst akıl diyor ki, başarmak için daha çok çalış, daha çok uy normlarımıza. Daha çok tüket, daha çok satın al, daha çok zorla kendini normallik uğruna. Hah işte tamam derken, birden değişi veriyor normal algısı. Artık yeni normal var diyor birileri, bırakın eski normallerimizi. Derken yeni bir yakalamanın içinde buluyoruz kendimizi. Yeniden benzemeye çalışıyoruz gizli ellerin normaline. Sonuç, asla yetişemeyeceğimiz ufuk çizgisi oluyor o sağlamlık. nefesimiz tükeninceye dek koşup tam yakaladık derken, dokunamadığımız ve yine bizden uzaklaşan bir hayalete doğru gidip duruyoruz.
Her zaman daha iyisi, daha mükemmeli var nedense ve her an kendimizi eksik algılamaya, hissetmeye devam ediyoruz. öyle bir hayalet ki bu, hep dokunmaya çalışıp asla muvaffak olamadığımız sahte bir hedef. öyle bir hayalet ki bu, etkisinden hiç kurtulamadığımız, yine de peşinden koşmaktan kendimizi alı koyamadığımız lanetli bir zehir.
Tüm bu tablo bizi asıl soruya getiriyor: Neden bile bile bu zehri solumaya devam ediyoruz her dakika, her saniye? Niçin asla ulaşamayacağımızı bile bile, sürdürüyoruz bu ölümüne koşuşturmacayı? Bence yanıt çok basit dostlar: Kaşık yok. Normallik, sağlamlık birer ilüzyon. bizi kendimizden vaz geçirmek için el birliğiyle yarattığımız bir canavar.
Anlamamız gereken çok açık bir gerçek var: kendi farklılıklarımızı her yok etmeye çalıştığımızda, aslında doğanın bize bahşettiği çeşitliliğe ihanet ediyoruz. Kavramamız gereken somut bir olgu var: Normalleşmeye çalıştığımız her an, aslında kendimizden bir parçayı öldürüyoruz. Farkına varmamız gereken bir ihtimal var: Sağlam olacağız diye gitgide kendimizi yok edip daha da bozuluyoruz.
Yine geçenlerde bir röportajdaki cümle tercüman oldu hislerime: Canlı olmanın kendisi bir anomali aslında. Her canlı kendince değiştirmeye çalışıyor çevresini. meydan okuyor kendisine dayatılan ortama ve bir şeyler katıyor içinden doğaya. Hasılı, tek normallik anormallik esasında. Yani, tek güç sınırlılıkların birlikteliği. Biricik yolu tamam olmanın, birbirimizin kuşatıcılığı.
Hiç düşündünüz mü? GETEM’DEKİ 45 bin eser, dünyadaki milyonlarca sanatsal yapıtı kimler çıkarıyor ortaya? Zevkle okuduğumuz kitaplar, ilham aldığımız şiirler, heyecanla izlediğimiz filmler nasıl yaratılıyor? Biraz derine inip bakın işin iç yüzüne. Her birinde fertlerin, grupların kendilerine dayatılan normale baş kaldırısını görecek, sezecek, duyacak, duyumsayacaksınız.
Bizler yıllardır bu baş kaldırı daha çok insana ulaşsın diye uğraş veriyoruz GETEM olarak. Sizler buradaki 172 gönüllü, o isyanı, o anormali ulaştırıyorsunuz başka kulaklara, başka yüreklere.
Bizler burada anormalliğin, çeşitliliğin büyüsünü yaşamak için toplandık dostlar. Baktığımızda sertifika bile henüz yerine bir şey koyamadığımız bir araç hakikatte. kimin kaç sayfa okuduğu değil mesele. Farklı kelimeleri daha fazla insana ulaştırmanın zaferi olmalı asıl gaye.
Maalesef bugün o isyanı ulaştırmak için bir aracıya ihtiyaç duyuyor kör bireyler. çünkü normal denen illet, bir şeyin yalnızca gözle okunabileceğini empoze ediyor bizlere, ve tek format en doğru diyor. çoğulculuğu değil çoğunluğu önemsiyor. Ekmek almak için fırına gitmeyi, hastalık bulaştırmamak için maske takmayı doğal kabul edip, bilgiye kulaklarla, dokunarak, işaretlerle ulaşmayı bir eksiklik göstergesi diye yutturmaya çalışıyor bizlere. Sonra da kendini iyi hissetmek için, birilerine beterin beteri etiketini yapıştırıp kendisini yardım sever hami ilan ediyor. farklılıklarımızdan dolayı bizleri sorumlu tutup vicdan rahatlatıyor. Yani esas gücünü güçsüzlüğü olanlardan alıyor.
İşte dostlar biz her yıl burada yardımın yeniden ürettiği üstün, eksik olgusunu değil, dayanışmanın verdiği gücümüzü kutlamak için toplanıyoruz. İşte dostlar biz burada her yıl, kendimizin değerini kendimizde aramanın verdiği hazzı yaşamak için toplanıyoruz. İşte dostlar, biz burada her yıl, asıl gücümüzün birbirimizden beslendiğimizde ve birbirimizi beslediğimizde ortaya çıkacağı inancını perçinlemek için buluşuyoruz. O nedenle son olarak diyorum ki, ancak birbirimizi yok saymadan farklılıklarımızla tamam olup kurtulacağız normalin cenderesinden. O yüzden diyorum ki, normal olmak istemiyorum. Ve diyorum ki: Dayanışmanın güzelliği adına: Güç bizde artık.