Merhabalar dostlar. Yeni sitemdeki ilk yazımla sizinleyim. Zaman zaman EEEH dergideki çeşitli yazılarımın bağlantılarını buraya alıp üzerine biraz tartışmak istiyorum. İşte Bunlardan ilki yazarken epeyce beni düşündüren EEEH Dergi 70. Sayıda yer alan Başkalarının Gözleri Senin aynan Olmasın adlı yazım. Yazıya ulaşmak için
Başkalarının Gözleri Senin Aynan Olmasın
Bağlantısını kullanabilirsiniz. Burada kısaca Neden yeti farklarımızı tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gördüğümüzü anlatmaya ve anlamaya çalışmıştım. Ayak numaramız fark etmeksizin hepimizi 37 numaralı ayakkabı giymeye zorladıkları benzetmesini yapmıştım. Neden hepimizin farklı bedensel özellikleri olduğu halde belirli bir kiloda olmaya zorlarız kendimizi? Niçin bilişsel çeşitliliklerimizi ortadan kaldırıp belirli bicimde mantık yürütme gereğiyle hareket ederiz? Nedeni salt sağlık salt bozuklukların düzeltilmesi mi? Emin miyiz?
Neden söz gümüşse sükut altındır sözünü özellikle de çoğunluktan farklı şeyler geçiyorsa kafamızdan kullanırız? Neden okulda, işyerinde yaşadığımız zorbalıklara karşı susarız?
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Temel nedenlerden birisi toplumsal normlarda saklı aslında. Sürüden ayrılanı kurtlar yer. Eski köye yeni adet olmaz. Bir konuda farklı bir şey söylediğinizde en iyi ihtimalle çıkıntı olmakla etiketleniverirsiniz. Son dönemlerin moda değimiyle Grubu konsolide etmek, bir arada tutmak için yapılır ve söylenir bunlar. Tek tip olmak, tek ses olmak özellikle de kriz dönemlerinde daha bir önemsenir. Birileri düşmanlaştırılır, birileri anormal sınıfına sokulur.
İşin bir de neoliberal politikalar boyutu var. Beşikten mezara kadar öğrenme. Kulağa ne hoş geliyor dimi? İnsanın sürekli kendini geliştirmesi ne kadar da güzel. İlk bakışta öyle. Diğer taraftan ise aslında sistem sürekli yetersiz olduğumuzu söylüyor tüm hücrelerimize. Eğer başarısızsak, bunun nedeninin mutlaka bireysel sorumluluklarımızı yeterince yerine getirmememiz olduğu vurgulanıyor her tarafımıza. Böylece daha çok o normale yaklaşmak için tüketiyoruz. Yeni sertifika programlarına başvuruyoruz. Yeni beslenme şekilleri arıyor, başka kıyafetlerle normali arıyoruz. Kişisel gelişim kitaplarıyla her gün yeni biri olmaya zorluyoruz kendimizi. Peki olabiliyor muyuz hakikaten? İyi de kendimizin nesi var? Neden sürekli eksik ve yetersiz hissediyor ve hissettiriliyoruz? Çünkü ancak böyle hissettirildiğimizde daha çok tüketme motivasyonumuz oluyor.
İnsanın en temel ihtiyaçlarından birisi toplum içinde yaşamak, sosyal olmak. Bunun için de, kabul görmeye, sevilmeye, en azından saygıya gereksinim duyuyor. Sevilmek içinse, kendinden vazgeçmeyi göze alabiliyor. Aksi halde yalnız kalma, öteki olma korkusu var ne de olsa. İşte gerek izlenen neoliberal politikalar, gerek kurnaz siyasetçiler bu dürtüyü kullanıyor. Bir normal illüzyonu yaratılıyor, bir kalıp belirleniyor ve hepimizin o kalıba girmesi isteniyor. Fakat şöyle bir sıkıntı var. Siz ne kadar o kalıba yaklaşırsanız yaklaşın, kalıp sizden uzaklaşıyor. Çünkü sürekli tüketmeniz sürekli yetersiz hissetmenizle sistem ayakta kalabiliyor.
Tüm bunlardan kendimizi geliştirmeye, değiştirmeye, birikimimizi arttırmaya karşı olduğum anlamını çıkarmadığınızı umarım. Ben oldum demeyelim tabi, ama nasıl ve ne kadar olacağımıza kendimiz karar verelim. ortaya koymaya çalıştığım şey, yaptıklarımızın ne kadarını kendimiz için yaptığımızı daha çok sorgulamamızı sağlamak. Bir de kişisel tatmin için ille kendimizden vazgeçmemiz gerekmediğini anlatmaya çalışmak. Bunun yolu ise kendi içimize kendi gözlerimizle bakmayı öğrenmekten geçiyor bence. Hep başkaları gibi olmak, onlara benzemek için yapıyoruz yaşam planlarımızı. Hiç durup acaba ben kimim diye sordunuz mu kendinize? Başkaları için değil, gerçekten sizi mutlu eden şeyleri düşündünüz mü? Kimsenin size bakmadığı, kimsenin sizi yargılamadığı zaman ne yapmaktan hoşlanırsınız bir sordunuz mu? İçinizdekileri ortaya çıkarmak neden korkutucu ve utanç verici olmak zorunda her zaman?
Söylediklerimin kolay olmadığını ben de biliyorum. Kendim gerçekleştirebiliyor muyum, onu da bilmiyorum. Bir seferinde rehber öğretmenken, çalıştığım lisenin müdürüyle bir konuda tartışma sonrası, , bir arkadaşım “sen onun bakışlarını görseydin, asla bunları söyleyemezdin” demişti bana. Yani başkalarının değil, kendi gözlerimi kullanmak gerçekten inandığım ve söylemek istediklerimi söylememi sağlamış belli ki.
Sözün özü dostlar, Hayatımızın amacı başkalarınca kabul görmek olmadığında, kendimiz olmaya başlıyoruz. Belki inanmayacaksınız ama gerçek hayal ve hedeflerimizin peşinde koşmak için çabaladığımızda, onu başaralım veya tersi fark etmez, bugün ya da yarın asıl o zaman saygı görüyoruz. O yüzden hayata başkalarının değil kendi gözlerimize bakmanın yolunun önce kendi yetilerimize, arzu ve hedeflerimize saygı duymaktan geçtiğini söylüyorum.